Güney bölgelerimizdeki orman yangınının acıları henüz çok tazeyken bu kez Batı Karadeniz illeri, büyük bir sel felaketiyle karşı karşıya kaldı.
Ağustos ayı boyunca yaşanan tüm doğa felaketleri can kayıplarının yanısıra bölgede yaşayan yerel halkın yoksullaşmasına da sebep oluyor.
Tüm bu yaşananlar insanın aklına temel soruları akla getiriyor. Binlerce yıldır akan ve bu kadar çok can almamış, kentlere zarar vermemiş, yazın kuruyan, baharda coşan bu dereler neden bu hale geldi?
Nedense bu soruya öncelikle “iklim değişikliği” cevabı yapıştırılıyor. Siyasal iktidarın sözcüleri ve yerel yöneticiler şimdiye kadar görülmemiş yoğunlukta yağış gibi, özünde iklim değişikliğine vurgu yapan açıklamalar yapıyor.
Ancak, iklim değişikliği gerçek bir olgudur ama afetlerin mazereti değildir.
Batı Karadeniz’deki fekaletin en büyüklerinden birinin yaşandığı Bozkurt İlçesine ait sel görüntülerini bir kaç gündür dehşetle izliyoruz. Sel suyunun önüne kattığı tomrukların meydana getirdiği yıkıcı ve ölümcül etkiyi unutmak münkün değil...
Zonguldak Devrekani’de doğan ve Karadeniz’e dökülen Ezine Çayının üzerinde iki adet HES var. Toplam 37 MW kapasiteli bu iki santralin toplam HES elektriğindeki payı yüzde 1’in altında. Bunlardan biri de Bozkurt’ta.
30 MW’lik kurulu güce sahip Ebru Regülatörü ve HES, birikmiş sudan değil, nehrin regüle edilmiş akış gücünden elektrik üretiyor. Yani deredeki su önce borularla deniz seviyesine pararel şekilde belli bir mesafeye ulaştırılıyor. Bu sayede elde edilen seviye farkından (düşü) faydalanılarak yüksekten türbin çarklarına bırakılan suyun gücünden elektrik elde ediliyor. Regülatörler, dere sularının kontrolünde ve kanallara yönlendirilmesinde kullanılıyor.
İlk bakışta sorunun kanal yönlendirmesinde, yani regülatörü oluşturan bentlerden kaynaklandığı düşünülebilir. Ancak Bozkurt ilçesinde Ergene nehrinin 400 metre genişliğindeki taşma/yayılma bölgesi beton kanalla yedi metreye indirilmiş ve buradan kazanılan alan hepimizin gördüğü gibi yapılaşmaya açılmıştır.
Dere yatağındaki daraltmayla ‘kazanılan’ alanlar, ister hafriyat/çöp alanı olarak kullanılsın isterse menfez üzeri kara/demiryolu geçişi, hatta ister tomruk deposu ister konut alanı olarak kullanılsın fark etmez. Hülasa hangi amaçla kullanılırsa kullanılsın, bunun büyük bir tehlike meydana getirdiğini görüyoruz. Hiç bir rant kazanımı, hiç bir sosyal fayda, hiç bir ekonomik büyüme kaynaklı faaliyetin insan hayatından daha değerli olmadığını kabul etmek zorundayız.
Geçtiğimiz yıl tam bu dönemlerde Giresun’un Dereli bölgesinde can kayıplı büyük bir sel felaketi yaşanmıştı. Selden kaynaklı can kayıpları ve ekonomik kayıplar görmüştük. 2020 yılında Giresun Dereli’de şimdi ise Kastamonu ve Sinop’ta yaşadığımız ve büyük kayıplar verdiğimiz afetlerin kökeninde imar, ulaşım ve yerleşim işlerinin tamamen piyasa koşullarına terk edilmesi var.
Türkiye’de imar ve bayındırlık işleri, merkezi ve yerel yönetimler eliyle rant öznesi olarak kullanılır vaziyette. Toplumun ve gelecek kuşakların çıkarları deyim yerindeyse merkezi ve yerel yöneticilerin başarı, müteahhitlerin de kâr hırsları ve insaflarına terkedilmiş durumda.
Özünde rant temelli bu durum, kaynağını neo-liberal ideolojiden alıyor. Gayri menkul geliştirme faaliyetleri başlığı altında toplanan imar ve iskan faaliyetleri neo liberal görüşün prima sektörüdür. Gayrimenkul geliştirme, yani artan nüfus ve yerleşim yerlerinin mevcut ihtiyaca cevap veremeyişi üzerinden oluşan kentsel dönüşüm ülkemizde son 15 yılın en kârlı işlerindendir.
Yaşanan doğal afetlere üzülüyoruz ama bir yandan da kentsel dönüşümün Anadolu’da büyük değişim ve gelişim getirdiğini düşünüyoruz. Ama bu ‘gelişim’in sadece doğayı değil, ülke ekonomisini de tahrip ettiğini ve doğal felaketlerin, afete uğrayan halkı yoksullaştırdığını da unutmamalıyız.