COVID-19 virüs salgını olanca hızıyla sürmekte. Vaka ve ölüm sayıları hem dünyada hem Türkiye’de ciddi boyutlara ulaştı.
İnsanların büyük kısmı evlerine kapandı. Sosyal hayat durdu, ekonomik faaliyetler temel ihtiyaçları karşılayan sektörler dışında neredeyse durma noktasına geldi.
Bu süreçteki en kritik sektörlerden biri olan enerji sektörü, ülke ihtiyacını karşılamaya devam etmekte. Türkiye, kömür işçisinden sondajın başındaki ustaya, santral operatöründen iletim hatlarının bakımını yapan teknisyene kadar enerji çalışanlarına çok şey borçludur.
Hiç hesapta olmayan bu salgının, pek çok sektör gibi enerji sektörüne de hem bu dönemde hem gelecekte ciddi etkileri olacak. Söz konusu etkileri dikkate alan yeni bir analiz yapmakta yarar var.
ENERJİ TALEBİ AZALDI
Salgının en belirgin etkisi enerji tüketimleri üzerine oldu. Pek çok işyeri kapandı, çoğu ofis çalışanı evden çalışmaya döndü, okullar tatil edildi, alışveriş merkezleri kapandı. Otomotiv, tekstil, mobilya, kâğıt, seramik gibi sektörlerde çok sayıda fabrika üretimi durdurdu ya da sınırladı.
Turizm sektörü neredeyse tamamen devre dışı kaldı. Ulaştırma ve taşımacılık, büyük oranda sekteye uğradı. Konutlarda olmasa da sanayi ve ticarette enerji kaynaklarına yönelik talep, çoğu ülkede olduğu gibi Türkiye’de de geriledi.
Elektrik tüketimi de büyük ölçüde düştü. Brüksel merkezli düşünce kuruluşu Bruegel tarafından 2020 yılı 10 Nisan günü baz alınarak yapılan araştırmaya göre elektrik tüketimi bir önceki yılın aynı gününe göre İtalya’da yüzde 27, İspanya’da yüzde 21, İngiltere’de yüzde 14 ve Almanya’da yüzde 8 oranında geriledi. Edison Electric Institute (EEI) araştırmasına göre ABD’nin elektrik talebi Nisan ayının ilk haftası itibarıyla son 16 yılın en düşük seviyesine indi.
Türkiye’de Ocak ve Şubat aylarındaki elektrik tüketimi bir önceki yılın aynı dönemine göre yaklaşık yüzde 5 düzeyinde arttı. İkinci yarısında salgın tedbirlerinin devreye alınmaya başlandığı Mart ayında ise bir önceki yıla göre tüketimde herhangi bir değişiklik olmadı. Nisan ayına ilişkin veriler henüz resmi olarak yayınlanmadı. Ancak Enerji Günlüğü tarafından yapılan araştırmaya göre tüketim 11 Mart - 11 Nisan tarihleri arasında yüzde 5,6 ve 1 - 11 Nisan arasında ise yüzde 15 oranında düştü (https://www.enerjigunlugu.net/elektrik-tuketimi-yuzde-15-geriledi-36920h.htm). Bu rakamlardan gerilemenin giderek hızlandığı anlaşılmakta. Elektrik tüketiminin, Nisan ayının ikinci yarısında yüzde yirmilere varan oranlarda düştüğünü tahmin ediyorum.
Zaten salgın öncesinde ciddi bir arz fazlası olduğu düşünüldüğünde söz konusu talep daralmasının, yılbaşından bu yana yüzde elliye varan oranlardaki fiyat düşüşleriyle birlikte elektrik üretim ve dağıtım firmalarına büyük sorunlar yaşatacağını tahmin etmek zor değil. Salgın öncesinde döviz borçlarını ödeme konusunda ciddi sıkıntı içinde olan enerji şirketlerinin işi bundan sonra iyice zorlaşacak ve muhtemelen yeni borç yapılandırmalarını talep edeceklerdir.
GÜN İÇİ YÜK DAĞILIMI DEĞİŞTİ
Salgının elektrik tüketimi üzerine bir diğer etkisi, gün içi yük grafiğindeki farklılaşma oldu. Olağan zamanlarda sabah erken saatlerden itibaren uyanıp işe ya da okula gitmek üzere hazırlanan insanlar artık çok daha geç saatlerde yataktan kalkmakta, buna karşın gece geç saatlere kadar uyanık kalmaktalar. Dolayısıyla konutlardaki elektrik tüketiminin gün içerisindeki seyri muhtemelen değişti. Türkiye için Mart ve Nisan aylarında sabah 7.00–10.00 saatleri arasında oluşan elektrik talep artış eğrisi büyük oranda düzleşmiş, yük öğle saatlerine doğru yer değiştirmiş, buna karşın akşam saat 22.00 sonrası düşmeye başlayan elektrik tüketimi artık daha geç bir saate doğru hareket etmiş olmalı. Belki de yaz/kış saati gibi bir salgın saati ayarlamasının düşünülmesinde yarar olabilir.
PETROL BÜYÜK DARBE YEDİ
Enerji talebindeki gerileme en fazla petrolü vurdu. Uzun zamandır arz tarafında üreticiler arasında yaşanan çekişmeler, petrol fiyatlarını zaten önemli ölçüde geriletmişti. Üstüne salgın nedeniyle dünya genelinde alınan izolasyon tedbirleri gelince küresel petrol talebi tam bir çöküş yaşadı, petrol piyasaları altüst oldu. En sonunda depolama kapasitelerinin sınır seviyelerine yaklaşmasıyla WTI petrolde vadeli kontratlar eksi 37 dolar/varil seviyesine kadar düştü. Bu satırların yazıldığı sırada Amerikan tipi petrol fiyatı eksi 4 ve 2020 yılı başında 70 Dolar seviyelerinde olan Brent petrol fiyatı ise 20 Dolar seviyesindeydi.
AKARYAKIT TALEBİ ÇAKILDI
Türkiye’de de salgından etkilenen sektörlerin başında ulaşım sektörü geliyor. Akaryakıt sektöründeki sendika ve dernek temsilcilerinin açıklamalarına göre Covid-19 salgınına karşı önlemlerin alınmaya başlamasının ardından akaryakıt tüketiminde yüzde 60-70 oranında bir gerileme söz konusu. Talep ve fiyatlardaki gerileme nedeniyle Türkiye’deki petrol rafinerileri de geleceğe yönelik üretim ve satış hedeflerini giderek düşürmekteler.
Diğer taraftan, tüketim ve fiyatlardaki düşüşün Türkiye’nin petrol faturasını yıllardır görülmedik ölçüde rahatlattığı açıktır. Bununla beraber düşük petrol fiyatları Türkiye için her zaman olumlu olmayabilir. İhracatımızın önemli bir bölümünün petrol ya da doğalgaz ihraç eden ülkelere yapıldığı dikkate alındığında, petrol fiyatlarındaki gerilemenin aynı zamanda ihracat kapasitesini de düşürmesi, bu nedenle olumlu etkinin büyük oranda törpülenmesi kaçınılmaz (https://www.enerjigunlugu.net/petrol-dustu-diye-buyur-muyuz-11892yy.htm).
YERLİ KÖMÜRLE ÇALIŞAN SANTRALLER ZORDA
Türkiye için petrol kadar önemli olan bir diğer enerji kaynağı da yerli kömürlerdir. Bu yılın başında bazı kömürlü santraller baca filtreleri olmadığı gerekçesiyle durdurulunca, Enerji Günlüğü’nde yayınlanan yazıma “birileri şapkadan tavşan çıkaramazsa, enerjide 2020 yılının kaybedeni yerli kömüre dayalı santral işletmecileri olacaktır” diye başlamıştım (https://www.enerjigunlugu.net/enerji-sektorunde-2020-kimin-yili-olacak-31776yy.htm).
Henüz tavşanlar ortada yok, durdurulan santraller de hâlâ kapalı ama toplamdaki kayıp şimdilik o kadar da yüksek değil. Yerli kömür santralleri 2019’un ilk üç ayında elektrik talebinin yaklaşık yüzde 15’ini karşılamışlardı, 2020’nin aynı döneminde oran yaklaşık yüzde 12 oldu. Kömürlü santral kapasitesinin yaklaşık yüzde 30’unun durdurulmuş olmasına karşın ilk iki aydaki kayıp yüzde 18 civarında. Demek ki diğer kömürlü santraller fazla mesai yapmış.
Ama asıl Haziran ayı sonunu bekliyoruz. Çünkü eğer filtre sorununu çözemezlerse durdurulan santrallerin yanına o tarihte 4 büyük kömürlü santral daha eklenecek. Bu durumda toplam kömürlü santral kapasitesinin yüzde 60’ı devre dışı kalacağından kömürden elektrik üretimi neredeyse marjinal bir seviyeye gerilemiş olacak.
Diğer taraftan salgının kömür sektörüne ciddi etkileri oldu. Zonguldak Havzası’nda önce Türkiye Taşkömürü Kurumu, ardından havzadaki özel kömür işletmeleri -çalışanlarının risk altında olması nedeniyle- doğru bir kararla üretimlerini durdurdular. Havzadaki kömür üretimi son yıllarda 1 milyon tonun altına kadar gerilemişti. Salgın nedeniyle bu yıl kayda değer bir üretimin yapılabileceğini zannetmiyorum. Ama asıl önemlisi, bundan sonra da havzanın toparlanabilmesi kolay olmayacaktır.
Havza dışında da pek çok yerde kömür ocaklarının üretimi yavaşlattığını duyuyoruz. Kömür işçileri, maruz kaldıkları meslek hastalıkları nedeniyle bu salgındaki en önemli risk gruplarından birini oluşturmakta. Ayrıca maden işletmelerinde sosyal mesafeyi korumak da kolay olmayacaktır. Dolayısıyla yerli kömür üretimlerinin kontrollü bir şekilde durdurulması gerekir (https://www.enerjigunlugu.net/komur-iscileri-covid-19dan-korunmali-31801yy.htm). İnsan sağlığı açısından uygun olanı budur, ancak elbette sektörel sonuçları olacaktır. Mart ayının son haftasında kamu adına iş yapan özel sektör yeraltı kömür işletmeleri için çıkarılan yeni destek paketine rağmen, 2020 yılı yerli kömür sektörü açısından kayıp bir yıl olacaktır.
Zaten önlerinde çok ciddi engeller bulunan kömür yatırımlarının salgın sonrasında daha büyük güçlüklerle karşılaşması muhtemeldir. Devam eden ya da planlanan yerli kömüre dayalı santral yatırımlarının akıbeti tamamen belirsiz hale gelmiştir. Bunlardan Çayırhan Kömür Santrali’nin ihalesi 2017 yılı başında yapılmış, daha sonra projenin tamamlanma süresi 2021 yılı sonuna kadar uzatılmıştı. Eskişehir-Alpu kömüre dayalı termik santral ihalesi defalarca ertelenmişti. Bu projelerin, ithal kaynakların mevcut maliyet düzeyleri dikkate alındığında kolay gerçekleştirilebileceklerini zannetmiyorum.
İTHAL KÖMÜR SANTRALLERİ DAHA ÇOK ÇALIŞTI
Bu arada, yerli kömür tarafındaki boşluğu ithal kömür doldurmakta. Uluslararası piyasalarda 2018 yılı ortalarında 120 Dolar/ton seviyelerine kadar yükselen termal kömür fiyatları son 8 aydır neredeyse bu fiyatın yarısı düzeyinde seyretmekte ve üstelik aşağı yönlü hareket devam etmekte. Bu fiyat düzeyleri ithal kömüre sadece yerli kömür değil doğalgaz karşısında da önemli bir avantaj sağlamakta. Her ne kadar, ithal kömür maliyeti 70 Dolar/ton seviyesinin altına indiğinde, ithal kömür santral işletmecilerinin aradaki farkı kapatmak için bir ithalat vergisine katlanmaları gerekse de ithal kömür maliyetleri buna rağmen hâlâ avantajını korumakta. Bu sayede ithal kömür santralleri tam kapasite çalışabilmekteler. 2020 yılının ilk üç ayında yerli kömür santralleri 2019 yılının aynı dönemine göre yüzde 18 daha az üretirken, ithal kömür santralleri yüzde 9 daha fazla ürettiler. Bununla beraber, kömür ithalatının neredeyse yarıya yakınının yapıldığı Kolombiya’da bazı üreticilerin salgın nedeniyle üretim faaliyetlerini azaltmaları ve bunu mücbir sebep ilân etmeleri Türkiye’de ithal kömür kullanan pek çok tesisi ciddi şekilde etkileyebilir.
Enerji yönetimi yakın zamanlara kadar ısrarla ithal kömür santralleri için yeni lisans vermeyeceğini vurgulamaktaydı. Bununla beraber ithal kömür fiyatlarının daha da gerilemesi durumunda bu ısrarından vazgeçebilir. Kömür fiyatlarının ise büyük oranda küresel ekonomik daralmanın boyutu ve Çin’in salgın sonrası enerji politikalarına bağlı olarak gelişeceğini düşünüyorum. Çin’in ekonomik toparlanma amacıyla diğer enerji kaynaklarına göre daha düşük maliyetli kömüre yönelmesi durumunda fiyatların tekrar artmasını bekleyebiliriz.
DOĞALGAZ SANTRALLERİ DAHA ÇOK ÜRETEBİLİR
Geçtiğimiz yıl hidrolik kaynaklardan elektrik üretiminin toplamdaki payı son 15 yılın en yüksek oranı olan yüzde 29 seviyesine ulaşmıştı. Bu sayede doğalgazdan elektrik üretiminin payı yirmi üç yıldır ilk defa yüzde 20’nin altına çekilebildi. Salgından en az etkileneceğini düşündüğüm bu iki enerji kaynağının üretimdeki payları yılın ilk üç ayında geçen yılın aynı dönemine göre yaklaşık aynı kaldı. Bununla beraber, Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün kayıtlarına göre son altı aydaki (1 Ekim - 31 Mart) yağışlar geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 22 oranında daha düşük gerçekleşti. Bu durumda, hidrolikte geçen yılki performansın yılın kalanında da tekrarlanması zor olacaktır.
Hidrolik payındaki muhtemel gerilemeden doğan açığın büyük ölçüde doğalgaz santralleri tarafından kapatılacağını düşünüyorum. Petrol fiyatlarındaki gerilemenin doğal gaz maliyetlerine yansıyacağı düşünüldüğünde bu olumlu bir şey olarak da görülebilir. Gerçekten de pek çok ülkede doğalgaz maliyetleri hızla gerilemekte. Ancak, ülkemizde bu avantajın -uzun vadeli anlaşmalar nedeniyle- doğalgaz maliyetlerine henüz yansıtılamadığı ve doğalgaz santrallerinin düşük elektrik tarifeleri karşısında giderek daha fazla zorlandığı görülmekte.
YENİLENEBİLİR YATIRIMLARI HIZ KESERKEN
Sektörde zorlanmaya başlayan bir başka kesim de yenilenebilir enerji yatırımcıları. Türkiye son yıllarda rüzgâr, güneş ve jeotermale dayalı elektrik üretiminde ciddi bir atak yaptı. Bu kaynaklara dayalı toplam kurulu güç kapasitesi 2011-2015 arasında yılda yaklaşık yüzde 30, 2016’da yüzde 40 ve 2017’de yüzde 50 oranında arttı. Ancak 2018 yılından itibaren durum değişti ve söz konusu artış oranları 2018 yılında yüzde 20 ve 2019 yılında sadece yüzde 13 düzeyinde gerçekleşti. 2020 yılının ilk üç ayında ise bu kaynaklara dayalı yeni devreye giren kapasite neredeyse sıfır noktasındaydı.
Dolayısıyla Türkiye’de yenilenebilir enerjiye olan yönelim, henüz salgın ortaya çıkmadan hızını önemli ölçüde kaybetmişti. Salgınla birlikte yenilenebilir ekipmanlarına ilişkin üretimlerde ve küresel tedarik zincirlerinde sorunlar yaşanmakta. Bu nedenle tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yenilenebilir yatırımlarında önemli aksamalar söz konusu. Bundan sonraki süreçte ise salgının yanında, küresel ekonomik daralma ve fosil yakıtların fiyatlarındaki gerilemeler yenilenebilir yatırımlarının önündeki en ciddi engelleri oluşturacaktır.
YEKDEM’İN GELECEĞİ NE OLACAK?
Yenilenebilir yatırımlarıyla ilgili bir diğer olumsuzluk ise kısaca YEKDEM olarak bilinen Yenilenebilir Enerji Kaynaklarına Dayalı Yatırımları Destekleme Mekanizmasına ilişkin belirsizliktir. Bu mekanizmayla, yenilenebilir kaynaklardan (rüzgâr, güneş, jeotermal, su ve biyokütleden) elektrik üretimine alım garantileri ve fiyat teşvikleri verilmekte. Ancak söz konusu mekanizma bu yılın sonunda tamamlanacak ve YEKDEM'in yerini alacak yeni mekanizmanın ne olacağı hâlen belirsizliğini korumakta. Yenilenebilir enerjinin yönünü, büyük ölçüde yeni mekanizmada yer alacak teşvik fiyatları belirleyecektir. Bu arada, YEKDEM'e alternatif olarak getirilen Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanı (YEKA) programı –salgının da etkisiyle- durmuş görünüyor. Bu kapsamdaki projeler arasında öne çıkan bin megavat bağlantı kapasite tahsisli Konya Karapınar Güneş Enerjisi Santrali ile yine bin megavatlık Rüzgâr Enerjisi Santral projeleri 2019 yılının başında otuz altı ay süre uzatımı almıştı.
Diğer taraftan, bu yılın sonunda tamamlanacak YEKDEM mekanizması teşviklerinden yararlanabilmek için girişimcilerin yatırımlarını tamamlayarak yılsonuna kadar elektrik üretimine başlamış olmaları gerekiyor. Ancak tedarik zincirlerinde yaşanan gecikmeler nedeniyle yapım aşamasında olan projelerin durma noktasına geldiği sektör temsilcileri tarafından sıklıkla dile getirilmekte. Söz konusu yatırımlar için “mücbir sebep” durumunun işletilerek YEKDEM için belirlenen tarihin ötelenmesi talep edilmekte. Bu kapsamda yapımı devam eden 2.500 megavat rüzgâr santrali, 600 megavat hidroelektrik santral, 450 megavat güneş santrali ve 170 megavat jeotermal santral bulunmakta.
KİRLİLİKTE AZALMA GEÇİCİ
Son cümleleri de salgının çevreye olan etkilerine ayıralım.
Salgınla birlikte fosil yakıt tüketimindeki gerilemeye bağlı olarak hava kirliliğinde belirgin azalmalar oldu. İklim ve enerji politikaları internet sitesi CarbonBrief tarafından yapılan 15 Nisan tarihli araştırmaya göre salgının 2020 yılına potansiyel etkisi küresel karbondioksit emisyonlarında 1.600 milyon ton azalma şeklinde olacak. Bu miktar, 2019 yılı toplam karbondioksit emisyonunun yaklaşık yüzde 5’i düzeyinde. Türkiye’de de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile belediyelerin hava kalitesi ölçüm istasyonları verilerine göre 29 büyükşehirde partikül madde hava kirliliği yüzde 32 oranında azaldı.
Elbette kirlilikteki bu rahatlama geçicidir. Salgın önlemleri ortadan kalktığında kirliliğin hızla geri döneceğine kuşku yok. Üstelik fosil yakıt fiyatlarındaki düşük seviyeler salgın sonrasında da devam ederse, bu defa başta küresel rekabet içindeki Çin ve ABD olmak üzere tüm dünyada fosil yakıtlara yeni bir yönelimin başlaması kaçınılmaz olacak, bu da kirliliğin boyutlarını çok daha yukarı seviyelere taşıyacaktır.