1. YAZARLAR

  2. Hüseyin ORTAK

  3. Orman yangınına karşı bölgesel işbirliği şart
Hüseyin ORTAK

Hüseyin ORTAK

Köşe Yazarı
Yazarın Tüm Yazıları >

Orman yangınına karşı bölgesel işbirliği şart

Milattan önce 14.000’lerde Japonya’da yerleşimciler pişmiş topraktan Jomon Kasesini yaptıkları zaman, neredeyse 1.500.000 yıl öncesinden bu yana bildikleri bu kimyasal reaksiyonu kontrol altına almalarının insanlığın bilimsel şafağının başlangıcına taşıdıklarını bilmiyorlardı.

Jomon kasesinin yapıldığı tarihlere kadar ateş, güçlükle kontrol altına alınabilen çoğunlukla yıkıcı sonuçlar doğurabilen ürkütücü bir doğa olayıydı. İnsanlığın erken dönemlerinden itibaren insanoğlu ateşi kontrol altına alarak ondan faydalanmaya çalışmış, vahşi hayvanlardan korunma, besinleri pişirme, soğuk iklimlere yayılma imkanı yaratma amacıyla kullanmıştı.

Ateşi ve ateşin gücünü kontrol altına almak insan uygarlığının gelişiminin önemli bir aşamasıydı…

İnsan, alet kullanmaya başladığı çağlardan itibaren, doğayı kendi yararları doğrultusunda değiştirmeye çalışmış ve atalarımız, kendiliğinden çıkan çalı yangınlarıyla karşılaştıklarında, ateşin doğayı ve içine aldığı her şeyi yok etme potansiyelini görmüş ve bu gücü denetim altına almayı öğrenmişti.

Bu çağlardan itibaren ısı ve ısı aracılığıyla güç üretmek insanın temel uğraşı alanlarından birisi haline geldi. Bu süreç, ateşin gücünü kontrol altına alma çabası, antik çağın doğa felsefesinden başlayarak, bilimin ve teknolojinin temel uğraşı alanlarından birisi oldu. Günümüzde de devam eden bu uğraş, aynı zamanda da insanın en büyük korkularından birisi olarak çağlar boyu sürüyor; Yangın ve yangının yıkıcı etkileri hala en büyük korkularımızdan birisi olarak hala, önümüzde bir heyula gibi duruyor.

Orman yangınları yaz aylarının her zaman en büyük korku kaynaklarından bir tanesidir. Son yıllarda dünyanın bir çok bölgesinde görülen büyük yangınlarla

birlikte bir afet halini aldı.

Afet karşısında yapılması gereken şey her şeyden önce hazırlıklı olmaktır. Hazırlıklı olmak, her şeyden önce fiili durumun afet olduğunu kabul edip, afet haline göre hazırlık yapmaktan geçiyor. Türkiye orman yangınları konusunda hazırlıksız olduğunu ima eden davranışlar gösteriyor. Geçtiğimiz haftadan bu yana yaşanan ve yeni kontrol altına alınan yangınlarda göze çarpan eğitim ve donanım eksiklikleri bu konuda ciddi bir projelendirmenin gerekli olduğunu gözler önüne sermekte.

Yangınların sebepleri üzerine çok konuşuldu. İklim değişikliğinin, mevsim sıcaklıklarının artışının yangınların artmasında oynadığı büyük rol, fosil yakıtlar ve karbon emisyonu meseleleri enerji konusuna farklı ilgi düzeylerinde de olsalar tüm okuyucuların çoğunluğunun hakim olduğu konulardandır.

Karbon salınımının yarattığı ısı artışlarının doğal felaketlere neden olduğunu yetkili, yetkisiz herkes biliyor.

Önümüzdeki dönemlerde böylesi büyük felaketlerin kaçınılmaz olduğu, iklim meselesiyle ilgili kalıcı bir iyileştirme sağlanana kadar yangın ve sel, kuraklık gibi sosyal ve ekonomik yıkımlarla sonuçlanabilecek doğal olayların artabileceği de öngörülüyor. Bu durumda yapılacak tek şey, proaktif davranarak hazırlıklı olmaktan başka ne olabilir.

Ölçekleri geçmişe göre büyüyen ve etkiledikleri alanlar genişleyen yangınların etkilerinin önlenebilirliği ve sosyal ve ekonomik hasarlarının nasıl azaltılacağı kamuoyu önünde şeffaflıkla konuşulması gereken konulardandır. Bu yönüyle yangın önlemleri siyasal bir sorundur.

Felaketlere hazırlıklı olmak bir ölçek sorunudur. Bu hazırlıktan devletler tarafından yapılmak zorundadır. Sadece yerel hazırlıklar buna yeterli değildir. Bölgesel işbirliği, koordinasyon ve deneyim paylaşımı da son derece önem taşımaktadır. İnternet üzerinden kolaylıkla ulaşılabilen NASA yangın haritalarına baktığımızda, Ukrayna’dan Yunanistan’a ve İtalya’ya kapsayan bir bölgenin yangın riski altında olduğunu görebiliriz.

Manavgat yangınında eksikliği çok eleştirilen yangın söndürme uçak filoları sözünü ettiğim ülkeler arasında ortak kullanım konusu olabilir. Daha da önemlisi bölgesel ölçekte bir işbirliği organizasyonu da yapılabilir. Bu organizasyonun, hem deneyim aktarımı, hem kurulacak organizasyonun sabit maliyetlerini paylaşma hem de ülkelerarası dostluk hukukunun gelişimine önemli katkılar sağlayacağı ortadadır.

İnsanoğlunun halihazırda sürdürdüğü üretim şeklinin gezegene yaptığı olumsuz etkileri anlatmaya çalışan Küresel Limit Aşım Günü bir kaç gün önceydi.

Enerji Günlüğü’nün konuyla ilgili 29 temmuz tarihli haberinde:”İnsanlığın, dünyanın bize sunduğu 1 yıllık doğal kaynakları tükettiği gün olan Küresel Limit Aşım Günü, bu yıl 29 Temmuz olarak belirlendi.

Dünya üzerindeki yenilenebilir kaynaklar ile insanların bu kaynaklara yönelik talebini değerlendiren araştırmalar yürüten Küresel Ayak İzi Ağı’nın (Global Footprint Network) verileri, dünyamızın bize sunduğu 1 yıllık doğal kaynakları, bu yıl, 29 Temmuz itibariyle tükettiğimizi gösterdi. Küresel Ayak İzi Ağı’na göre, bugünden itibaren, dünyanın yıl içine yenilenebilme kapasitesinden fazlasını tüketmeye başlayacağız” deniyordu.

Çok basit bir mantıkla Yerkürenin bir yıllık kapasitesi/imkanlarını yedinci ayın sonunda bitiriyorsak, kalan beş ayın ihtiyaçları kadar yeni bir dünyaya ihtiyacımız var demektir. Bu basit akıl yürütmeyi insan yaşamına ve ekonomik faaliyetlerine de uyarlayabiliriz.

Yıllık gelirinin tamamını yılın ortasında tüketen birinin yapacağı tek şey, düzenli gelirinin gelecekte elde edeceği kısmını rehin ederek borçlanmasıdır. Bu borçlanmanın da sınırı elde edilen düzenli gelirin biteceği tarihtir. Dolayısıyla zaman ve ömür insanın faaliyetlerinin önemli sınırı olmak zorundadır.

Millattan Önce 14.000 yılından Jomon Kasesi yapımıyla başlayan bilimsel ve teknolojik sıçrama dünyanın kendi üretimiyle meydana getirdiği kaynaklarını beklenenden çok hızlı tüketmeye başladı. Bu durumu düzeltmek ve insanoğlunun biricik yuvasını korumak konusunda hepimiz mutabıkız ve yeterli olmasa da insanlık bu gidişatı durdurabilmek için girişimlerde bulunuyor.

Şimdi, iklimsel istikrar sağlanana kadar karşılaşacağımız kötü sürprizler için de hazırlık ve işbirliği acil bir görev olarak önümüzde duruyor.

Yaşadığımız büyük yangılar karşısında öfke duyma yahut tersi siyasal olarak gönül alma gibi duygusal yollar dışında hızlıca metodolojik ve bilimsel yollarla hazırlı olmak mecburiyetindeyiz. Son yangın afeti bize bunları çağrıştırıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar