Tüm Enerji Günlüğü takipçilerine merhaba...
Ben Kerem Ali BOYLA. Bir ornitolog. Yani ekoloji danışmanlığı yapan bir kuş bilimci. Bundan böyle Enerji Günlüğü'nde, doğal yaşam, enerji, sürdürülebilirlik konularını içeren yazılarla karşınızda olacağım.
Bu "merhaba" yazısında Genel Yayın Yönetmenimiz Mehmet Kara'nın da ciddi bir katkısı var. Yani aslında bir nevi "çift imzalı" bir yazıdır bu yazı. Ama her ikimizin de sonuna kadar içine sinen bir metin oldu. Sonraki yazılarda aynı kaliteyi yakalama görevi tamamen benim üzerimde...
Dünyada enerji talebi yükseldikçe, bunu karşılamak için yürütülen faaliyetlerin doğa üzerindeki olumsuz etkileri de ister istemez artıyor. Tabii bu tür olumsuzluklara karşı önlem alma ihtiyacı da... Yenilenebilir enerji santrallerinin sayısının ve enerji ihtiyacını karşılamadaki payının artması da işte bu ihtiyaçtan...
Evet, bugün su, rüzgâr ve güneşe dayalı santraller, elektrik ihtiyacımızın giderek daha ciddi bir kısmını karşılıyor. Peki genel olarak ve görece çevreci kabul edilen bu santraller gerçekten doğa dostu mu? Maalesef bu sorunun cevabı her zaman EVET olamıyor. Verilecek cevap, bu santralleri kurarken nelere dikkat edildiğine, nasıl davranıldığına bağlı olarak değişiyor.
Örneğin rüzgâr santrali kuran bir yatırımcı, kuracağı tesisin doğaya olumsuz etkilerinin olabildiğince en düşük seviyeye indirilebilmesi için lisans alma aşamasından işletmeye alınışına kadarki süre içinde doğayı gözetme yükümlülüklerini yerine getirmek durumunda.
Devletin çevre ve doğa korumayla ilgili birimleri, lisanslar verilirken santrallerin koruma altındaki alanlar dışında tutulmasını gözetiyor. Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) sürecinde uzmanlar ilgili sahaya giderek, hayata geçirilecek projenin olumlu veya olumsuz etkilerini ortaya koyuyor. Tüm bu süreçlerden geçip lisansını alan yatırımcı, “Tamam, ben sorumluluklarımı yerine getirdim” diyerek yoluna devam ediyor.
Peki gerçekten bu süreçler çevreyi, doğayı gözetecek şekilde mi tamamlanıyor? Maalesef hayır. Çünkü tüm bu süreçlerden geçerek lisanslanmış bir yatırım, daha sonra doğa ve çevre konusunda ortaya çıkan sıkıntılarla uğraşmak zorunda kalabiliyor.
ÇED sürecini başarılı bitirmesine rağmen bazı yatırımcılar inşaat ve işletme aşamalarında finansman ihtiyacını karşılamak isterken deyim yerindeyse tekrar başa dönmek zorunda kalıyor. Çünkü günümüzde finans kuruluşlarının da elini kolunu bağlayan çevreyle ilgili pek çok kurum ve kural var.
Bir kere, öyle her karlı görülen ya da girişimci deyimiyle her fizibıl projeye finansman vermiyorlar, veremiyorlar, bazı şartların yerine getirilmesine dikkat ediyorlar. Bu konuda çok şart sıralanabilir ama özetle, yatırımların gerçekten doğa dostu olmasını şart koşuyorlar. Belirtmeden geçmeyelim, tüm bu şartlar, yeni yapılacak projelerin dışında, mevcut tesislerle ilgili kapasite artırma, modernize etme, verimliliği artırma amaçlı projeler için de söz konusu.
Doğanın korunması insanoğlu var oldukça önemini koruyacaktır. Bu yüzden enerji başta olmak üzere tüm yatırımlarda bu noktaya dikkat edilmesi kaçınılmazdır. Ve yatırımları doğa ile uyumlu olmaya zorlayan kurallar manzumesi de giderek daha sıkı şekilde karşımıza çıkacaktır. Özellikle enerji yatırımcıları buna çok daha fazla dikkat etmek durumunda. Yani santral kurmak isteyenler lisansı alana kadar değil, sonuna kadar çevreci bir yatırım tasarlamak zorunda...
Gelecek yazılarımızda, mevcut ve yeni kurulacak santrallerde yatırımcıların doğayla uyum konusunda gerek bugün gerekse ileride ne tür yükümlülüklerle karşı karşıya olduğunu daha somut örneklerle anlatmaya devam edelim...