Bu salgının belki de tek iyi sonucu oldu[1], o da insanların zorunlu olarak eve kapanması, ekonomik faaliyetlerin yavaşlaması sayesinde doğa bir nefes aldı… Biz insan oğlu (niye kızı değil de oğlu ki) için iyi mi oldu derseniz, maddi kayıplarımız var ama artık daha yaşanabilir bir dünyamızın olacağını şimdiden söyleyebiliriz.
Çünkü;
Gündem 21’den bu yana BM’nin en önemli gündemlerinden birisini ekolojik çevrenin bozulması, hava kirliliği ve küresel iklim değişikliği oluşturuyor. Hatta bu yıllardan itibaren dünyanın gündemine sürdürülebilirlik kavramı güçlü bir şekilde girmiş ve başta hava ve su olmak üzere yaşamsal kaynakların sürdürülebilirliği çok önemli bir tartışma konusu haline gelmiştir.
İNSAN TAHRİBATININ BOYUTLARI
Sanayi devriminin başlamasından itibaren insan uygarlığının topyekûn doğa üzerinde yarattığı tahribata baktığımız zaman ortaya çıkan tablo korkunç:
- Sağlıksız şehirleşmeler ve bu şehirlerdeki sanayileşmenin yarattığı hava kirliliği,
- Sanayi kümelenmelerinin özellikle ucuz iş gücünün yoğun olduğu bölgelerde (günümüzde Çin’deki sanayi kümelenmesi bunun en iyi örneğidir) yarattığı kirlilik cennetleri ve bu sağlıksız ortamların sık sık salgın hastalıklarla insan uygarlığına dönüşler vermesi,
- Hava kirliliğinin yol açtığı sağlıksız ortama bağlı solunum yolu hastalıklarının artması, insanların sağlıkla ilgili refah seviyelerinin olabildiğince düşmesi, bozulan sağlık refahının yol açtığı tedavi maliyetlerinin ekonomilere getirdiği yükün artması,
- Sanayi alanlarını genişletmek için ormanların hızla yok edilmesi,
- Sanayi alanlarını genişletmek için ekilebilir tarım arazilerinin yok edilmesi,
- Sanayileşmeye bağlı olarak sanayi atıklarının ve şehirlerin atık su şebekelerinin doğayı ve içilebilir su kaynaklarını kirletmesi,
- Nüfusun artmasına bağlı olarak doğal kaynakların daha da kıtlaşması,
Ve bunlara benzer veya bunlarla ilgili daha bir çok tahrip edici gelişme...
Esasında insanın yaşam formundaki değişimlerin doğaya verdiği hasarın listesi çok daha uzun. Ancak doğaya ve topyekûn dünya denilen gezegene verilen hasarı bu başlıklar altında toplamak mümkün.
İnsanın doğaya zararı o kadar yoğun ki, son yüzyıl içerisinde kirlenme ve bozulma sadece toprak ve su ile sınırlı kalmadı, atmosferin de adeta yok edildiği bir seviyeye ulaştı. Bunu özellikle doğadaki canlı yaşamın koruyucu şemsiyesi olan ozon tabakası üzerinde gözlemlemek mümkün. Son yıllardaki gelişmelere bağlı olarak ozon tabakasında açılan deliğin artık kapatılamaz seviyeye ulaştığı sık sık rapor edilir oldu.
PANDEMİNİN DOĞA ÜZERİNDEKİ KURTARICI ETKİSİ
Ancak on yıllardır tartışılmasına, sürekli bir şeyler yapılmasına karşın hiçbir ilerleme sağlanamayan bu konuda korona virüs salgını defacto bir çözüm de üretmiş durumda.
Karşı karşıya olduğumuz pandemi dolayısıyla hepimizin korkuyla evine saklandığı şu günlerde dünyanın en büyük ekonomileri nefessiz kalırken enerji üretimi, sanayi üretimi ve diğer bir çok doğayı yok edici ekonomik faaliyet önemli bir düşüş içerisine girmiş, bunun bir sonucu olarak da doğa kendini yenileme şansını yakalamıştır.
Gelen bilgilere göre dünyanın en büyük enerji üretici ve tüketicisi ülkelerinden birisi olan Çin’de enerji üretimi ve tüketimi son yılların ortalamalarına göre yüzde 30 civarında düşmüş durumda. Atmosferi ve doğal kaynakları en fazla kirleten çimento gibi sektörlerdeki büyük düşüş sonucunda başta Çin olmak üzere bir çok ülkede karbon salımı yüzde 25’in üzerinde düşmüş durumda.
Kyoto Protokolü ve daha sonraki bir çok girişime rağmen dünya genelindeki karbon emisyonu hiçbir zaman 1990’lardaki seviyeye indirilemedi. Ve ne doğadaki tahribat, ne atmosferdeki kirlilik ve ne de ozon tabakasındaki delinme ortadan kaldırılamadı.
Fakat pandeminin doğal çevre üzerindeki olumlu etkileriyle ilgili gelen haberlere göre şu an Kyoto Protokolü’nün 30 yılda başaramadığını bu salgın birkaç ayda başarmış görünüyor. Karbon emisyonu on yıllardır ilk defa bu kadar düşerken ozon tabakasındaki devasa açığın da kapandığına, en azından küçüldüğüne dair haberler geliyor.
Öte yandan dünyanın en kirli şehirleri ve bölgeleriyle ilgili gelen uydu görüntülerine göre de on yıllardır ilk defa bu bölgelerin üzerindeki karbon örtü kalkmış durumda. Ve kentlerin artık uydulardan kolaylıkla resimleri çekilebiliyor.
Bunların yanında insan hareketliliğinin kısıtlanmasının bahar mevsimine denk gelmesi, çevremizdeki doğal canlılığın da bir kendiliğindenlik içinde oldukça iç açısı bir şekilde artmasını sağlamış durumda. Bu durumu gerek makro gerekse mikro ölçekte gözlemlemek mümkün.
Sonuç olarak pandeminin yarattığı bu geçici kısıtlılık hali doğaya devasa bir nefes aldırmış durumda. Ancak her şeyin bir sonunun olması gibi bu durumun da bir sonu vardır ve insan oğlu yine hırsla ileri atılacaktır, çok bir zaman geçmeden.
Ve işte o zaman şu durağan zamandaki kayıplarını telafi etmeye odaklanacak ve doğadaki bu iyileşmeyi birkaç yıl içerisinde kuşkusuz ki yok edecektir.
İYİLEŞMEYİ KORUMA SORUMLULUĞU
Burada yapılacak olan belli. Pandemi bizlere, değerler ve kaynaklar konusundaki evrensel sorunların çözümünün kesinlikle ulusal olamayacağını, açık bir şekilde gösterdi, bu konuda global ölçekli programların önemini önümüze koydu. Haliyle çevredeki, atmosferdeki ve doğadaki bu iyileşme on yılların global hedefiydi ve bunu korumak için global ölçekte adımlar atılması gerekiyor. Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere gerek küresel örgütlerin gerekse bu tür durumlarda gözlerin çevrildiği ABD gibi dominant ülkelerin bilinçli ve programlı hareket etmesi, başta bahsettiğimiz sürdürülebilirlik adına pandemi sayesinde edinilmiş kazanımların korunması için büyük önem taşıyor.
Aksi halde her şeyin yoluna koyulması için yeni bir pandemi ya da benzer bir felaketin kulağımızı çekmesini beklemek zorunda kalacağız.
[1] Farklı konularda bu salgının olumlu sonuçları oldu yorumları yapılabilir ancak bu yazının konusunu oluşturan ekolojik iyileşmenin son 30-40 yılın gelişmelerine bakıldığında böyle bir salgın olmasa mümkün olamayacağı açıktır.