1. YAZARLAR

  2. Dr. Nejat TAMZOK

  3. Kömürün geleceği (III): Temiz kömür rüyası
Dr. Nejat TAMZOK

Dr. Nejat TAMZOK

Yazarın Tüm Yazıları >

Kömürün geleceği (III): Temiz kömür rüyası

Dünya, yaklaşık iki asırdır kömürden vazgeçemedi. Bununla beraber, iklim değişikliği tartışmalarının odak noktasında yer alan bu kirli yakıtın geleceği artık eskisi kadar garanti görünmüyor. Her ne kadar, son yıllarda çevreye yönelik etkileri bir ölçüde azaltılabilmiş; partikül madde, kükürtdioksit, azot oksitler ve cıva gibi ağır metaller konusunda teknoloji ve inovasyon etkili çözümler sunabilmişse de yanma sonucunda ortaya çıkan ve küresel ısınmaya yol açan karbondioksit emisyonları çözülmesi gereken en önemli sorun olarak hâlâ kömür endüstrisinin önünde duruyor.

Günümüzde, bir tarafta “enerji dönüşümü” sürecinde yenilenebilir kaynakların hızla kömürün sonunu getirmesi beklenirken, endüstri tarafında ise her an heybeden çıkabilecek teknolojik gelişmelerle kömürden yana yeni bir çağ başlaması umut ediliyor. Dolayısıyla, kömürün geleceği, pek çok parametrenin yanında temiz kömür teknolojilerinin gelişiminden de ciddi şekilde etkilenecek, rakip enerji kaynakları arasındaki yarışta sıralamayı belirleyecek en temel unsurlar arasında teknoloji de yer alacaktır.

EMİSYONU TEKNOLOJİ YOLUYLA AŞAĞI ÇEKME

Temiz kömür teknolojileri; yıkamadan sıvılaştırmaya, gazlaştırmadan karbon tutma ve depolamaya kadar çok geniş bir yelpazeyi tanımlıyor. Ancak, son yıllarda özellikle termik santral verimlerinin arttırılması ve karbondioksit salımlarının azaltılmasına yönelik bir alanda yoğunlaşan kömür endüstrisi, buradaki gelişmeleri neredeyse nefesini tutarak izliyor.

Santral verimlerinin geliştirilmesine yönelik teknolojik araştırmalar, temel olarak, aynı miktarda elektrik için daha az kömürün yakılmasını ve daha düşük karbondioksit salımını hedefliyor. Günümüzde kömüre dayalı santrallerde küresel ortalama termik verimi yüzde 37,5 düzeyindeyken, ultra süperkritik santrallerde yüzde 47’ye varan oranlar yakalanabiliyor. Aradaki verim farkı kapandığında ise kömürlü santrallerden kaynaklanan küresel karbondioksit salımının yılda yaklaşık yüzde 20 oranında azaltılabileceği hesaplanıyor.

GELİŞMİŞ ULTRA KRİTİK SANTRALLER YOLDA

Endüstri, bunun da ötesinde verimlilik artışlarının elde edilebilmesi için daha ileri malzeme teknolojileri ve buhar çevrimi tasarımlarına dayalı "gelişmiş ultra süperkritik" santrallerin devreye alınabilmesini dört gözle bekliyor. Araştırma ve geliştirme programları özellikle Çin, Avrupa, Hindistan, Japonya ve ABD'de sürdürülmekle birlikte, yüksek maliyetleri nedeniyle bu özellikte bir santral henüz işletmeye alınabilmiş değil. Ancak, söz konusu teknolojideki ilk ticari santrallerin 10 yıl içinde ve öncelikle de Hindistan'da devreye girmesi, sonrasında hızla Asya Pasifik Bölgesi’nde yaygınlaşması bekleniyor.

KÖMÜRÜ TEKRAR TAHTA OTURTABİLECEK TEK YOL

Son yıllarda, santral teknolojilerindeki gelişmelerin etkisiyle özellikle Çin ve Hindistan’daki kömürlü santral verimliliklerinde önemli iyileşmeler yaşandı. Yine de, bu alanda alınacak mesafenin kömürün aleyhine işleyen dönüşüm sürecini tek başına engelleyebilmesi çok da mümkün görünmüyor. Kat edilecek yol muhtemelen sadece yavaşlatıcı yönde bir etkiye yol açacaktır. Süreci engelleyebilecek ve kömürün tahtına tekrar oturabilmesini sağlayacak gelişme ise ancak karbondioksit salımı sorununun kökten çözümüyle mümkün. Bu noktada, endüstrinin en fazla umut bağladığı alan ise Karbon Yakalama, Kullanma ve Depolama (CCUS) teknolojileri olarak görünüyor.

Ancak, kömürün geleceğini şekillendirmede önemli bir rol oynaması beklenen CCUS teknolojilerinin kömürlü santrallerdeki ticari uygulamaları, -bir ölçüde kaydedilen ilerlemeye rağmen- maliyetlerin hâlâ son derece yüksek olması nedeniyle yaygınlaşamıyor. CCUS teknolojisinin işletmede olan kömürlü santrallere adapte edilmesi ise bugün hâlâ ekonomik değil.

DEPOLANMIŞ KARBONDİOKSİT RİSKSİZ Mİ?

CCUS teknolojileri bakımından bir diğer darboğaz ise karbondioksitin depolama yerlerine yüksek miktarlarda taşınabilmesi için yaygın bir ağ sistemine ihtiyaç duyulmasıdır. Dolayısıyla, taşıma altyapısının oluşturulması büyük ölçekli yatırımların yapılmasını gerektiriyor. Ayrıca, karbondioksit depolanması konusundaki tereddütlerin henüz aşılamadığı görülüyor. Yakalanıp/tutulup depolanmış karbondioksitin kaza ile de olsa atmosfere salınmayacağı konusunda küresel kamuoyu henüz ikna edilebilmiş değil. Özetle, kömürlü santrallerde CCUS uygulamalarının ekonomik kullanılabilirliğine ilişkin olarak -hem yatırım hem finansman tarafında- ciddi tereddütler bulunuyor.

Bununla birlikte, eğer küresel sıcaklık artışı 2 derece veya daha düşük bir seviyede sınırlandırılacak ise CCUS uygulamalarının -özellikle küresel kömür tüketiminin dörtte üçünden sorumlu olan Asya Pasifik Bölgesi’nden başlamak üzere- yaygınlık kazanması mutlak bir gereklilik olarak görülüyor. Nitekim CCUS teknolojileri olmadan küresel net sıfır salım hedefine ulaşmanın neredeyse imkânsız olacağı, Uluslararası Enerji Ajansı tarafından da sıklıkla vurgulanıyor.

Bu çerçevede, ABD ya da Avrupa coğrafyalarında da aslında kömür doğrudan dışlanmıyor, onun yerine CCUS ve benzeri teknolojilerle birlikte kullanımı teşvik ediliyor. Bunun en belirgin örneklerinden birine geçtiğimiz haftalarda G7 Zirvesi’nde şahit olduk. ABD, Birleşik Krallık, Almanya, Kanada, Fransa, İtalya ve Japonya’dan oluşan söz konusu zirvenin sonuç bildirgesinde kömüre yapılan yatırımların, finansmanın ve teşviklerin durdurulması gerektiği vurgulanırken, kömür kelimesinin önüne dikkatli bir şekilde “çevresel etkileri azaltılmamış” ifadesinin yerleştirilmesi dikkatlerden kaçmadı.

Bu noktada, kömürde CCUS uygulamalarının geleceğinin, büyük ölçüde karbon vergilerinin küresel düzeyde yaygınlaşmasına bağlı olacağını da söylemek gerekiyor. Benzeri uygulamaların küresel düzeyde artmasıyla CCUS uygulamaları giderek daha fazla gündeme gelecektir. Bununla beraber, söz konusu teknolojilerin ticari yapılabilirliklerinin hangi sürelerde mümkün olabileceği ve buna karşın kömüre rakip enerji kaynaklarının teknolojilerinde daha hızlı ve etkin gelişmelerin yaşanıp yaşanmayacağı, kömürün geleceği bakımından belirleyici unsurlar olarak karşımıza çıkıyor.

KÖMÜRE RAHAT NEFES ALDIRACAK TEKNOLOJİ HENÜZ YOK

Santral teknolojileri ve CCUS öne çıkmakla birlikte, kömüre ilişkin teknolojik araştırmalar bunlarla sınırlı değil. Gazlaştırmadan sıvı yakıtların ya da kimyasalların üretimine, karbon fiber ya da nanomalzemelerin üretiminden kömürden nadir toprak elementlerinin eldesine, hidrojen üretiminden yeraltı kömür gazlaştırmaya kadar daha pek çok alanda teknolojik araştırmalar sürdürülüyor. Tüm bunlardaki gelişmelerin hızı ve yönü, kömürün geleceği üzerinde etkili olacaktır. Bununla birlikte, kömür tarafındaki teknolojik gelişmelerde, yenilenebilir tarafta olduğu ölçüde çarpıcı gelişmelerin yaşandığı ve kömürün rahat bir nefes almasını sağlayacak düzeyde tatmin edici noktalara gelinebildiği söylenemez.

KÖMÜR DÜNYANIN YAKASINI KOLAY KOLAY BIRAKMAZ

Sonuç olarak, önceki iki yazıda da ifade ettiğim gibi, kömürün geleceği teknoloji de dâhil her alanda belirsizliğini koruyor. Kömür, inişe geçmiş olmakla birlikte, sahneyi terk etmemek için elindeki her türlü imkânı kullanacak ve dünyanın yakasını öyle kolay bırakmayacaktır.

Türkiye’ye gelince...

Yerli kömürlerin ağırlıklı kullanım alanı olan elektrik santrallerinde temiz kömür teknolojilerinin uygulanması ya da geliştirilmesi bakımından hiç de istenilen bir noktada bulunulmadığı açıktır. Ülkemizde kömürün geleceğinin ne olacağı ve bu alandaki politika tercihlerinin ne yönde olması gerektiği üçüncü ve son bölümün konusu olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar