METİN TÜRKYILMAZ
Enerjinin, tartışmasız bir şekilde, tarımla birlikte en önemli iki stratejik sektörden biri olduğu kuşku götürmez. Niçin stratejik? Çünkü yokluğu halinde normal yaşamınızı sürdürmeniz mümkün değildir. Tarım olmadan yaşayamazsınız, çünkü aç kalırsınız. Enerji olmadan, günümüzde, aydınlatmayı, ısınmayı, soğutmayı, ulaşımı sağlayamazsınız. En temel ihtiyaçlarınızı karşılayamazsınız. 100 katlı binayı asansör olmadan çıkabilir misiniz? Enerji olmadan binlerce kilometre uçakla uçabilir misiniz? Bırakın uçmayı, 10 kilometre uzaktaki işyerinize gidebilir misiniz? Enerji olmadan yiyeceklerinizi buzdolabında saklayabilir misiniz? Çamaşır makinesiz, buzdolapsız, televizyonsuz, fırınsız, bulaşık makinesiz, elektrik süpürgesiz, ocaksız, doğalgazsız, benzinsiz, motorinsiz, cep telefonsuz bir hayat düşünün. Zor değil mi? Hatta ben bu yazıyı elektrik olmadan bilgisayarda nasıl yazardım, nasıl saklar, nasıl mail atardım?
Günümüzde elektriksiz bir hayat düşünmek çok zor. Olmaz değil ama ilkel şartlarda yaşarsınız. En son yaşadığımız durum, bunun ilginç bir yönünü de bize gösterdi. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimini sekteye uğratmak için ne yapıldı? Bazı kışlaların ve hava üslerinin elektrikleri kesildi. Elektrik olmadan akaryakıt pompaları bile çalışmıyor. Günümüzde artık, enerji yoksa, hiçbir şey yok diyebiliriz.
Son yıllarda enerjide moda terimlerden biri de yenilenebilir kaynak terimidir. Birincil enerji kaynakları belli; kömür, petrol, doğalgaz gibi fosil yakıtlar, diğeri hidrolik, jeotermal, rüzgar, güneş gibi yenilebilir kaynaklar. Nükleer enerjiyi de unutmamak gerekiyor. Tabii burada saymadığımız biyogaz-atık, dalga gibi başka kaynaklar da var.
Yenilebilir kaynak neden moda? Çünkü, yenilenebiliyor, tükenmiyor. Kaynak yeniden yeniden oluşuyor. Kömür, petrol gibi doğaya da o kadar zarar vermiyor. Daha çevreci.
Bu konuda ülke olarak ne durumdayız diye merak ettim ve 2016 Programı’nda enerji ile ilgili bölümü inceledim.
Programa göre, ülkemizde elektrik enerjisi üretimi, 1998 yılında 111 milyar kilowattsaat (kWh) iken, 2004 yılında 150 milyar kWh’yi, 2010 yılında 211 milyar milyar kWh’yi, 2014 yılında 250 milyar kWh’yi geçmiş. 2016’da 271 milyar kWh’ye ulaşması bekleniyormuş. Tüketim ise; 3 milyar kWh ihracat, 7 milyar kWh ithalat dikkate alındığında, 275 milyar kWh’yi bulacakmış. Elektrikte net ithalatçı olduğumuz da görülüyor. Kişi başına elektrik tüketimi, 2016 yılında 3 bin 480 kWh’ye ulaşacakmış. Bu yeterli mi? Tabii ki değil. Veriler, bu rakamın, ABD’de 13 bin kWh, Japonya’da 7 bin 750, Almanya’da 7 bin 270 kWh olduğunu ortaya koyuyor. Bu demektir ki kişi başına elektrik enerjisi tüketimimiz, ekonomideki büyümeyle birlikte önümüzdeki 20-30 yılda en az iki katına çıkacak. Nüfus artışını da üzerine koyarsak, üretimi, 20-30 yılda, 2,5-3 katına çıkarmamız gerektiği açıktır.
Fazla konuyu dağıtmadan asıl dikkat çekici konuya da değinmek istiyorum. Program verilerinden, 1998 yılında jeotermal, rüzgar ve güneşten toplam elektrik enerjisi üretimimizin sadece 90 milyon kWh düzeyinde olduğunu öğreniyorum. O tarihteki toplam elektrik enerjisi üretimin binde 1’i bile değil. Jeotermal, rüzgar ve güneşten toplam elektrik enerjisi üretimimizin, 2006 yılına kadar çok fazla artmamış. 2006 rakamı, 221 milyon kWH. Toplam üretimin binde 1’inden biraz fazla. 2007 ile birlikte hızlı bir artış görüyoruz. 2007’de 511 milyon kWh’ye çıkan üretim, 2008’de 1 milyarı geçiyor, 2009’da 2 milyara dayanıyor. 2010’da 3,5 milyarı aşıyor. 2011’de 5,5 milyara yaklaşıyor. 2012’de 6,8, 2013’de 8,9, 2014’de 10,9 milyar kWh’yi buluyor. Bu yıl 16 milyar kWh’yi aşacağı tahmin ediliyor. 1998’de binde 1 bile olmayan pay, 2016’da yüzde 5,9’u geçecek.
2016 yılı böyle tamamlanırsa, rüzgar, jeotermal ve güneşten elde edilen elektrik üretimi, 1998-2016 döneminde 178 kat artmış olacak. Bu yenilenebilir enerji sektörü açısından büyük bir başarıdır.
Bu başarıyı görmek için, 1998-2016 döneminde kömürün payının yüzde 32,2’den yüzde 27,7’ye, akaryakıt payının yüzde 7,1’den yüzde 1,6’ya, hidroliğin payının yüzde 38’den yüzde 27,4’e indiğini, biyogaz-atık ve diğer kaynakların payının yüzde 0,2’den yüzde 0,5’e ancak çıktığını görmek yeterlidir. Gerçi, bu dönemde doğalgaz payı da yüzde 22,4’den yüzde 36,9’a çıkrmış görünüyor ama 2008’de doğalgazın payının yüzde 49,7 olduğu göz önüne alınırsa doğalgazın payının da son yıllarda azaldığı anlaşılıyor.
Kurul güç, 2016 yılında rüzgarda 4930 megawatt (MW), jeotermalde 662 MW, güneş enerjisinde 400 MW düzeyine ulaşacak. Bu üç alanda toplam kurulu güç, 5 bin 992 MW ile 6 bin MW’ye dayanacak; kurulu gücü 2 bin 400 Mw olan Atatürk Barajı’nın 2,5 katına yükselecek. Bunun yeterli olduğunu söylemek de pek mümkün görünmüyor. Neden mi? Yenilenebilir enerji alanına son yıllarda on milyarlarca avro para harcayan, bu alanın lider ülkelerinden Almanya’nın, 2015 yılında rüzgar kurulu gücünün 45 bin MW, 2014 yılında güneş enerjisi kurulu gücünün 38 bin 200 MW olduğu belirtmemiz gerekiyor. Bu rakamlar bizim rakamların çok çok üstünde. Bu bile bizim daha çok yolumuz olduğunu göstermeye yeter de artar bile. Aradaki farkı yürüyerek değil, ancak ve ancak Bolt veya Gatlin gibi koşarak kapatabiliriz.
Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılıktan kurtulmasının daha başka yolu yok. Ülkemiz, kömür, petrol, doğalgaz hatta uranyum açısından zengin bir ülke değil. Yeni kaynaklar bulunur mu bilmem ama aramadan bulunmaz. Bizim, gerçekçi yaklaşmamız, mevcut duruma göre stratejimizi belirlememiz gerekiyor. Benim aklıma, yenilenebilir enerji sektörüne yatırımları hızlandırarak, katlayarak artırmaktan başka elle tutulur, ayağı yere basan bir strateji de gelmiyor.