METİN TÜRKYILMAZ
Şunu baştan açıkça ortaya koyalım. Türkiye, enerjide dışa bağımlı bir ülke. Bu çok önemli bir sorundur ve önünde sonunda çözülmesi gerekir. Aksi takdirde, ülkenin geleceği sürekli bu bağımlılığın yol açtığı tehditlerin altında kalır.
En son 9 Ağustos 2016 tarihinde Rusya’nın Çarlık başkenti St. Petersburg kentinde yapılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin zirvesinin de en temel konularından biri pek tabii olarak enerji idi.
İki ülkenin ticari ilişkilerinde enerjinin boyutu o kadar büyük ki, Rusya, 2015 yılında Türkiye’ye 12,9 milyar doları enerji ürünleri olmak üzere 20,4 milyar dolarlık mal sattı ve ülkemizin ithalatında Çin ve Almanya’nın ardından üçüncü oldu.
Bu yılın Ocak-Haziran döneminde Rusya’nın Türkiye’ye mal satışı 4,3 milyar doları enerji olmak üzere 7,8 milyar doları buldu ve Türkiye’nin ithalatında Çin ve Almanya’nın ardından yine üçüncü sırayı aldı. Türkiye’nin Rusya’dan yaptığı ithalatın çok büyük bölümümü enerji ithalatı oluşturuyor. Doğal gazın yüzde 55’ini Rusya’dan alıyoruz. Petrol, kömür ithalatımız da çok büyük boyutlarda. Rusya’dan ne almıyoruz ki? Keresteden kağıda, demirden kömüre, her türlü minerale, tahıldan ayçiçeğine kadar...
Buna karşın Rusya’ya ihracatımız, 2015 yılında 3,6 milyar dolarda kaldı ve bu ülke ihracatımızda 11’inci sıraya ancak yerleşebildi. İhracatımızda enerjinin payı 64,2 milyon dolarla yok denecek kadar az. Bu yılın Ocak-Haziran döneminde Rusya’ya yönelik ihracatımız, ambargonun büyük etkisiyle, 737 milyon doları ancak buldu ve kuzey komşumuzun ihracatımızdaki yeri 45’nciliğe kadar geriledi.
Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerini çeşitlendirmesi, ticaret hacmini çok daha büyük boyutlara çıkarması bir zorunluluktur. Bu iki ülke arasında ticarete ve dolayısıyla ilişkilere bir denge getirecektir. Unutmayalım ki Rusya, Türkiye için çok iyi bir ticari ortaktır.
Bunun böyle olması da işin doğası gereğidir. Çünkü Rusya, Türkiye’nin denizden komşusudur. Tarihleri boyunca bir çok savaş yapsalar da Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana Rusya ile bazı aralıklar hariç genel olarak çok iyi ilişkiler yürüten tek NATO ülkesi belki Türkiye’dir. Bütün ülkeler, öncelikle yakın çevresiyle ticaret yapar. Bugün Almanya’nın hem ihracatında hem de ithalatında komşuları olan Fransa, Hollanda, Belçika, İsviçre, Polonya, Avusturya, Danimarka ve Çekya en başlarda yer alır. Bu şu demek değildir; yakın çevre dışındaki pazarları ihmal edelim, sadece bölgemizle ilgilenelim… Nitekim Almanya, yeryüzündeki hemen her ülke ile ticari ilişkilerini başarıyla yürüten, bazı yıllar, kendisinden çok daha büyük bir ülke olan ABD’den bile fazla ihracat yapan bir ülkedir.
Türkiye’nin de doğal olarak başta Avrupa Birliği ve birlikte ayrılma kararı alan İngiltere olmak üzere, ABD, Kanada, diğer Amerika kıtası ülkeleri, Afrika, Çin, Hindistan, Japonya, Güney Kore ve diğer Güney, Güneydoğu ve Uzak Asya ülkeleriyle, Avustralya ile ticaretini sonuna kadar zorlamalı, bu pazarları asla ihmal etmemelidir. Daha fazla ihracat daha fazla ithalat, birbirine karşılıklı olarak bağımlı ülkeler… Ticaretin ve ekonominin temelinde bu vardır.
Yalnız, hiçbir yeni pazar, Ortadoğu, Rusya, Kuzey Afrika, Orta Asya, Balkan ve Kafkas ülkeleri kadar Türkiye’ye cazip olanaklar sunamaz. Türkiye, bu pazarlarda, hem yakınlığı hem tarihi ve kültürel bağları nedeniyle hemen her ülkeyle rahatlıkla rekabet edebilir.
Bunlar tamam da enerjide Türkiye’nin farklı bir politika izlenmesi; hem temiz yenilenebilir enerji kaynakları olan hidrolik, rüzgar, güneş, jeotermal, dalga gibi kaynakları sonuna kadar değerlendirmesi hem de yerli kaynakları harekete geçirmesi gerekiyor. Yenilenebilir ve yerli kaynaklar, enerji ihtiyacımızı tamamen karşılayana kadar, enerji ithalatı yaparken ülke çeşitlendirmesine gitmemiz, bir kaynağa aşırı bağlanmamamız ülke çıkarlarınadır. Bu “Rusya’dan enerji ithalatımızı azaltalım” demek değildir. Türkiye, sanayileştikçe, ekonomisi ve nüfusu büyüdükçe, enerjide ne kadar tasarruf yaparsa yapsın, daha fazla petrol, daha fazla doğal gaz, daha fazla kömür tüketecektir. 800 milyar dolarlık bir ekonomi ile 2-3 trilyon dolarlık bir ekonominin enerji ihtiyacı aynı olamaz. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Demek ki artacak enerji ithalatımızı çeşitlendirmek bile Rusya’nın enerji ithalatımızdaki ağırlığını azaltacaktır. Petrol ve doğal gaz boru hatlarını Türkiye üzerinden geçirmek temel politika olarak takip edilmelidir. Tabii bunun için de hem ekonomik hem de siyasi istikrarı olan, bölge ülkeleriyle iyi ilişkilerini sürdüren, güven veren bir ülke olmak gerekir. Türkiye Cumhuriyeti, tarihi boyunca bunu diğer ülkelerden, özellikle batı ülkelerinden çok daha iyi uyguladı ama yine de yetmediğini Rus uçağı olayı bize gösterdi.
Türkiye ve Rusya, kesinlikle ticarette 100 milyar dolarlık hedefe ulaşmak için azami gayreti göstermelidir. Bunu iki ülke gerçekleştirebilecek güce ve niyete sahiptir. Türk-Rus ilişkilerinin geleceği çok parlaktır ve Rusya’nın Türkiye’ye, Türkiye’nin Rusya’ya sunduğu veya sunacağı olanakları yer kürede yerine getirecek bir ülke bulmak neredeyse imkansızdır. Bu gerçeği bir tarafa koyarak; “Türkiye, 2015’te olduğu gibi, 1 satarken neredeyse 6 alma politikasını dönüştürmeli, çok daha fazla ihracat yapmalıdır” görüşünü de dillendirmek gerekir. Kısaca, 100 milyar dolar ticaret hacmi hedefi, Türkiye açısından, 50 milyar dolarlık ithalat, 50 milyar dolarlık ihracat şeklinde konulmalıdır. Sadece, 40 milyar dolarlık tarım ve gıda ithalatı yapan Rusya’ya, Türkiye’nin ihracatını artırmasından daha doğal ne olabilir ki? Hizmet dış ticareti de var ki buradaki olanaklar olağanüstü boyutlarda. Türkiye, Ruslara turizmde çok büyük fırsatlar sunuyor. Tarih, doğa, deniz, güneş hepsi Türkiye’de var. Olağanüstü bir mutfak kültürü de işin çabası… Rusya, Türk müteahhitlere inanılmaz boyutlarda imkanlar sunuyor. Navlun işin bir başka yönü. Teknoloji bir diğer tarafı. Sağlık turizm, üniversite eğitimi olayın diğer boyutları. İşbirliğinde yok yok…
Kendine yetecek kadar bile petrolü, doğal gazı, kömürü, madeni (bor, krom, mermer gibi birkaç istisna hariç) olmayan Türkiye’nin, ekonomik gelişimini sürdürmesinin yolu; sadece ve sadece kaynaklarını, özellikle yer üstü kaynaklarını çok iyi değerlendirmesinden, yüksek teknoloji yatırımlarını artırmasından, katma değeri yüksek ihracata odaklanmasından geçiyor. Bir ürünü ham satmak yerine yarı mamul ya da mamul satamazsak, bu işte başarılı olamayız. İmalat sanayi ihracatının sadece yüzde 3,5’i yüksek teknoloji ürünü olan ihracat yapısını değiştirmeden bunu beceremeyiz.
Aksi takdirde, sadece enerjiden oluşan ve Türkiye’nin hidrokarbon kaynağı yetersizliği nedeniyle Rusya’ya bağlı olmaktan kurtulamayacağı bir yapı sürer gider.