18 Kasım 2002 tarihinde iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi, Türkiye’yi yaklaşık 13 yıl boyunca tek başına yönetti.
Bu dönemde meclisin en az yüzde 60 çoğunluğu bu partiden oldu. Aynı dönemde, meclis başkanları da bu partiden idi. 2007 yılından itibaren cumhurbaşkanları da yine bu partiden seçildi...
Dolayısıyla, 13 yıllık icraatı sırasında Adalet ve Kalkınma Partisi gerek yasa yapma gerekse karar alma ve yürütme süreçlerinde önceki pek çok hükümete göre çok daha avantajlı bir konumda çalıştı. Bu konum, özellikle icracı bakanlıklarda büyük bir kolaylık demekti ve işlerin çok daha sorunsuz ve hızlı yürütülebilmesine imkân sağladı.
Söz konusu icracı bakanlıklardan bir tanesi de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’dır. Türkiye’nin en önemli bakanlıklarından biri olan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, ülkedeki ekonomik büyümenin sağlanmasında son derece belirleyici bir konumdadır. Bu bakanlıkta elde edilen başarılar ya da tam tersine yapılan hatalar ülkemizin geleceğine ve vatandaşın yaşam kalitesine doğrudan etki eder.
Acaba, böylesine önemli bir bakanlığın son 13 yıllık tek parti iktidarında geliştirdiği kamu politikaları ve yürüttüğü icraat başarılı oldu mu?
Doğrusunu söylemek gerekirse, söz konusu bakanlık faaliyetlerinin bir kısmının olumlu ya da olumsuz yöndeki etkilerinin ortaya çıkması uzun zaman almaktadır. Bu nedenle, bunların başarılı ya da başarısız olduğunu bugünden söyleyebilmek, çok da mümkün olmayabilir.
Bununla beraber, pek çok başarı ölçütünü ise neredeyse yıldan yıla izleyebilmek mümkündür. Dolayısıyla, elde mevcut verilerden hareket edilerek enerjiye ilişkin bir dönem analizi yapılabilir ve kesin bir performans ölçümü olmasa da genel bir izlenim elde edilebilir.
BİRİNCİL GÖREV TAMAM: ÜLKE ENERJİSİZ KALMADI
Analizin en başında belirtelim: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, kendisinden öncelikli olarak beklenilen görevini yaptı ve 13 yıl boyunca Türkiye’yi enerjisiz bırakmadı.
Türkiye’nin 2002 yılından bu yana 1,5 katından fazla artan enerji ihtiyacı dönem boyunca kesintisiz karşılandı.
Bununla beraber, 2002 yılında toplam enerji ihtiyacımızın yüzde 31’i kendi kaynaklarımızdan karşılanabilirken, bugün bu oran yüzde 25 düzeyine kadar düştü. Kalan kısım, yani toplam enerji ihtiyacımızın yaklaşık dörtte üçü maalesef bugün yurt dışından ithal edilmek zorunda.
Demek ki, Türkiye’nin enerji ihtiyacı hızla artarken yurt içindeki enerji üretimi yeterli düzeyde arttırılamadı.
Türkiye’nin her bin kişi başına enerji üretimi 2002 ve 2013 yılları arasındaki 11 yıllık dönemdeortalama 393 ton petrol eşdeğeri oldu. Ancak, 1991 ve 2002 yılları arasındaki 11 yıllık bol koalisyonlu dönemde bile bu miktar 418 ton petrol eşdeğeriyle tek parti döneminden daha fazlaydı.
Bu iki dönem boyunca yapılan enerji üretimlerini kaynak bazında karşılaştırmaya devam edelim:
Buna göre; her bin kişi başına düşen taşkömürü üretimimiz yüzde 16 ve petrol üretimimiz yüzde 38 oranında azaldı. Linyit üretimimiz ise yerinde saydı. Kişi başına doğal gaz üretimimiz 2 katına yakın artmasına karşın, ihmal edilebilir boyutları bir türlü aşamadı.
Bugün gelinen noktada, taşkömürü üretimimiz, son 70 yılın en düşük düzeyine geriledi. Linyit üretimimiz bir önceki dönem ortalamasının altında kaldı. Doğalgaz üretimi neredeyse önceki dönem ortalamasına kadar geriledi. 90’lı yılların başında 4,5 milyon ton düzeyini gören petrol üretimi 2 milyon ton seviyelerine kadar düştü.
Türkiye, 2002 yılında petrol tüketiminin yüzde 8,3’ünü yerli üretimle karşılıyordu, Bu oran yüzde 7’lere düştü. Doğal gaz tüketiminin yüzde 2,1’ini karşılıyordu, yüzde 1,2’ye düştü. Kömür tüketiminin yüzde 60’ını karşılıyordu, artık ancak yüzde 50’sini karşılayabiliyor.
ELEKTRİKTE İTHAL KAYNAKLARIN PAYI ARTTI
Elektrik tarafında da genel enerjiye benzer bir gelişim yaşandı.
2002 yılının sonundan 2014 yılının sonuna kadar geçen dönemde Türkiye’nin elektrik sistemine iki katından fazla yeni güç ilavesi oldu ve - 2015 yılı Mart ayı sonundaki sistem çökmesini saymazsak - Türkiye elektriksiz kalmadı.
Bununla beraber, söz konusu dönemde tesis edilen yeni kapasitenin çoğunluğunda ithal enerji kaynağı tercih edilince, 2002 yılında yüzde 60 olan yerli kaynak payı 2014 yılı sonunda yüzde 53 düzeyine kadar geriledi.
Bu dönemde, elektrik üretiminde yerli kömürün kullanımından büyük oranda vaz geçildi. Aslında, yapılan aramalar sonucunda kömür kaynakları neredeyse iki katına çıkarılmış olmasına ve elektrik üretiminde yerli kömür kullanımının arttırılmasına yönelik niyetlerin hemen her enerji belgesine yazılmış olmasına karşın, bu dönemde toplam kurulu gücün sadece yüzde 2,7’si kadar yerli kömüre dayalı yeni elektrik santrali devreye alınabildi. Böyle olunca da, toplam elektrik kurulu gücü içinde 2002 yılında yüzde 22 olan yerli kömür santrallerinin payı 2014 yılı sonunda yüzde 12’lere kadar düştü.
Kurulu güçte yerli kömürün payı hızla düşerken ithal doğal gaz ve ithal kömürün payı aynı hızda arttı. Doğal gazın payı 2002 yılında yüzde 30 düzeyindeyken 2014 yılı sonunda yüzde 37’ye çıktı. İthal kömürün payı ise yüzde 1 bile değilken yüzde 10’lara yaklaştı.
Kurulu güçteki bu tablonun elektrik üretimine yansıması daha da sorunlu oldu. Kurulu güç içerisinde ithal kaynağın payı 2014 yılı sonunda yüzde 47 düzeyindeyken, aynı yıl elektrik üretimindeki payı 2002 yılına göre 13 puanlık artışla yüzde 63 seviyesine kadar tırmandı.
ENERJİ İTHALAT FATURASI HIZLI YÜKSELDİ
Dolayısıyla, enerji ithalatımız hızla arttı.
Tek partili 11 yılın enerji ithalatı, petrol eşdeğeri cinsinden bir önceki bol koalisyonlu 11 yılın neredeyse iki katına yakın gerçekleşti.
Her iki dönemde yapılan toplam ithalat rakamları dikkate alındığında; doğal gaz ithalatı 3,5 kat, kömür ithalatı ise 2,5 kat artış gösterdi.
2002 yılında her bin kişi başına enerji ithalatımız 776 ton petrol eşdeğeriyken, 2013 yılında bu rakam 1.152 ton petrol eşdeğerine kadar tırmandı.
Dönemin sonunda; tükettiği enerjinin yaklaşık dörtte üçünü dışarıdan ithal etmek zorunda kalan Türkiye, enerjide dışa bağımlılığın en yüksek olduğu ülkelerden biri haline geldi.
Doğal gaz ithalatında dünya beşinciliğine, petrol ithalatında dünya onüçüncülüğüne, kömür ithalatında dünya sekizinciliğine ve petrol koku ithalatında ise dünya dördüncülüğüne kadar yükseldi.
TEK BİR KAYNAĞA BAĞIMLILIK ARTTI
Bu arada, tek bir kaynağa olan bağımlılık oranı da arttı: İthal doğal gaza bağımlılık 2002 yılında yüzde 21 düzeyindeyken bugün yüzde 31 düzeyine kadar yükseldi. Bu yapılırken, doğalgaz depolama kapasitesi de yeterince geliştirilemedi.
Arz güvenliği bakımından son derece önemli olan ve yıllık tüketim miktarının en az yüzde 20’si büyüklüğünde olması gereken doğalgaz depolama kapasitesi, on üç yılda yıllık tüketimin ancak yüzde 6’sı kadar tesis edilebildi.
KAYNAK ÜLKE SAYISI SINIRLI
İthalat hızla artarken ithalatta kaynak ülke çeşitlendirmesine gidilebildiği de pek söylenemez. Aksine, enerji ithalatında giderek daha az sayıda ülkeye bağımlı olmak gibi ciddi bir problem bu dönemde iyice derinleşti. Bugün Türkiye, enerji tüketiminin yaklaşık yüzde 64’ünü toplam 10 ülkeden, yüzde 43’ünü sadece 3 ülkeden ve yüzde 27’sini ise tek bir ülkeden tedarik etmekte.
Özetle, optimum kaynak ve kaynak ülke çeşitliliğinin sağlanması noktasında bu dönem boyunca olumsuz bir yönelimin söz konusu olduğu ve gerek birincil enerjide gerekse elektrik üretiminde ithal kaynağın önünün alınamaması nedeniyle; enerji arz güvenliği ve giderek ulusal güvenlik açısından son derece riskli bir tablonun oluştuğu matematiksel bir gerçek olarak ortadadır.
ENERJİNİN İTHALATTAKİ PAYI YÜZDE 15`TEN YÜZDE 21.5`E
Bir ülkenin enerji ihtiyacının karşılanmasında en kolay yol ithalat yapmaktır. Bununla beraber, bunun bedeli de olacaktır. İthal kaynağa bağımlılığın yol açtığı enerji güvenliğinin dışında, ciddi bir döviz faturası da söz konusudur.
2002 ve 2013 yılları arasındaki 11 yıllık tek parti döneminde yapılan enerji ithalatının döviz cinsinden tutarı 1991 ve 2002 yılları arasındaki 11 yıllık bol koalisyonlu dönemden 6 kat daha fazladır. İlk 11 yılda enerji ithalatına ödenen döviz tutarı 65 milyar dolar düzeyindeyken ikinci 11 yılda söz konusu tutar 397 milyar dolara tırmanmıştır.
İki dönemin toplamlarına bakıldığında; enerji ithalatına ödenen döviz kişi başına 92,5 dolardan 494 dolara, enerji ithalatının toplam ithalat içerisindeki payı yüzde 15’den yüzde 21,5’a ve enerji ithalatının gayri safi yurtiçi hasıla içerisindeki payı ise yüzde 2,9’dan yüzde 5,8’e yükselmiştir.
Sadece son 5 yılda enerji ithalatına ödenen dövizin toplamı ise yaklaşık 265 milyar dolar büyüklüğündedir. Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın yüzde 7’si civarında seyreden enerji ithalatının dış ticaret açığı içerisindeki payı, son 5 yılın toplamında yüzde 60 seviyesindedir. Enerji ithalatına 2014 yılında ödenen döviz ise cari açığın neredeyse yüzde 20 fazlasına karşılık gelmektedir.
YENİLENEBİLİR KAYNAKLARDA DURUM
Dolayısıyla, söz konusu dönem boyunca, giderek daha fazla ithal kaynak ağırlıklı bir enerji tüketim yapısı ortaya çıkmıştır. Bununla beraber, aynı dönemde hidrolik dışındaki yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlanma kapasitesinin giderek arttırılmış olması, olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir.
Hidrolik dışındaki yenilenebilir kaynakların toplam enerji tüketimi içerisindeki payı 2002 yılında yüzde 1,5 düzeyindeyken, 2013 yılında bu oran yüzde 3,4 düzeyine kadar yükseldi.
Yenilenebilir kaynaklardan elektrik üretimindeki gelişme ise daha da çarpıcı oldu. 2002 yılında sadece 64 megawatt olan yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı elektrik kurulu gücümüz, bu tarihten sonra hızla artarak 2015 yılı Haziran ayının başında 4.743 megawatt büyüklüğe ulaştı.
Sadece 2014 yılında söz konusu kaynaklara dayalı kurulu güç artışı yüzde 32 oranında oldu. Bu gelişmedeki en büyük pay, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de rüzgâr enerjisiydi. 2008-2015 yılları arasında hidrolik dışındaki yenilenebilir kaynaklara dayalı yaratılan kurulu gücün yüzde 85’i rüzgâr enerjisini kullanıyordu.
Güneş santralleri ise ilk defa 2014 yılında portföye girdi.
Sonuçta; yenilenebilir kaynakların toplam kurulu güç içerisindeki payı yüzde 6`yı, toplam elektrik üretimi içindeki payı ise yüzde 5’i geçti. Dolayısıyla, özellikle son 6-7 yılda bu alanda önemli bir mesafe alınmış oldu. Yine de, yenilenebilir kaynaklardan elektrik üretiminde 2013 yılı Dünya ortalamasının yüzde 5,3 ve Avrupa Birliği ortalamasının ise yüzde 15 olduğu dikkate alındığında, alınan bu mesafenin dahi Türkiye için yeterli sayılmaması gerekir.
Dahası, Türkiye’nin bir taraftan fosil yakıt tüketiminde ciddi bir azalma hedeflemeden, diğer taraftan nükleer payını arttırmaya çalışarak yenilenebilir kaynaklara daha fazla yer açabilmesi de pek mümkün görünmemekte.
2002-2013 yılları arasında hidrolik dışındaki yenilenebilir enerji kaynakları petrol eşdeğeri olarak yaklaşık 3 milyon ton arttırılırken, neredeyse en kirli enerji kaynaklarından biri olan petrol koku ithalatının tek başına yaklaşık 1,8 milyon ton düzeyinde arttırılmış olması ise bu noktada tek başına çarpıcı bir örnek oluşturmakta.
Dolayısıyla, yenilenebilir kaynakların payında gerçekleşen söz konusu artışa karşın, Türkiye’nin bu dönemdeki genel yönelimi fosil kaynaklara doğru olmuştur. 2002 yılında fosil kaynakların genel enerjideki payı yüzde 86,9 ve elektrik üretimindeki payı ise yüzde 73,7 düzeyindeyken, 2014 yılı itibariyle söz konusu paylar, sırasıyla, yüzde 88,3 ve yüzde 79,1 düzeyine tırmanmıştır.
Böyle olunca da, Türkiye, 2002-2014 yılları arasındaki dönemde, Dünya’da karbondioksit emisyonu en fazla artan ülkeler arasında yer almıştır. Anılan dönemde, küresel karbondiyoksit emisyonu yüzde 34 oranında artar ve Avrupa Birliği toplamında ise yüzde 16 oranında azalırken, Türkiye’deki artış oranı yüzde 67 olmuştur.
NÜKLEERDE KÜRESEL EĞİLİMLERİ ISKALIYOR MUYUZ?
Nükleer enerji konusu ise bu dönemin en tartışmalı alanlarından birini oluşturdu.
Bu alanda somut adımlar atan tek parti iktidarı, Akkuyu’da 4.800 MW ve Sinop’ta ise 4.480 MW gücünde 2 adet nükleer santralın yapılması için uluslararası anlaşmalar imzaladı. Ayrıca, üçüncü nükleer santral için de girişimleri başlattı.
Nükleer santrallerdeki kaza riski ve nükleer atıklar üzerindeki tartışmaları bir an için bir tarafa koyarsak, Türkiye elektrik sistemi içerisine en iyimser tahminle 2020 sonrasında dahil olacak ve en azından yüzyılın ortalarına kadar çalışması beklenen bu santrallerin, maliyetleri hızla düşmekte olan yenilenebilirler karşısında rekabet şanslarının olup olamayacağı son derece tartışmalıdır.
Dünyada yeni nükleer santral inşaatlarının giderek duraklaması, OECD ya da Avrupa ülkeleri arasında yeni nükleer santral inşaatından neredeyse tamamen vaz geçilmiş olması ve bu ülkelerde yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımlarının ise son yıllarda ciddi ölçülerde artmış olması dikkate alındığında, planlanan ya da kurulmakta olan bu nükleer santrallerin Türkiye enerji sistemi için kurtarıcı mı yoksa birer baş belası mı olacakları hususu son derece tartışmalıdır.
Çok değil, daha yirmi yıl öncesinde bile neredeyse bilim-kurgu gibi görünen, ancak her geçen yıl biraz daha elle tutulur bir gerçeğe dönüşmekte olan teknolojik gelişmeler sayesinde, -başta güneş enerjisi olmak üzere- yenilenebilir kaynakların gerek fosil yakıtlar gerekse nükleer enerji karşısında ciddi bir rakip olarak sahne almış oldukları apaçık ortadayken, nükleer santrallerin peşindeki Türkiye’nin enerji alanında önümüzdeki 30-40 yıl içerisindeki genel eğilimleri ıskalamadığını ummaktan başka çaremiz yok.
O KADAR PARA ÖDÜYORUZ AMA ENERJİYİ İYİ DEĞERLENDİRİYOR MUYUZ?
Ya enerji verimliliği?
Aslında, Türkiye gibi enerji fakiri bir ülke için en büyük başarıların enerji verimliliği alanında elde edilmesi son derece önemlidir.
Bununla beraber, enerji verimliliğinin en önemli göstergelerinden olan ve bir birim gayri safi yurtiçi hasıla üretmek için tüketilen enerjiye karşılık gelen enerji yoğunluğunun, 2002-2012 yılları arasındaki dönemde neredeyse yerinde saydığı anlaşılmakta.
Buna göre; birincil enerji yoğunluğu, -2000 yılı dolar fiyatlarıyla- her 1.000 Dolar hasıla için 0,30 ton petrol eşdeğerinden ancak 0,28 ton petrol eşdeğerine kadar düşürülebildi.
Söz konusu dönemde, enerji yoğunluğundaki iyileşme oranının Avrupa Birliği’nde (AB-28) yüzde 15 ve OECD ülkelerinde ise yüzde 20 düzeyine yakın olduğu dikkate alındığında, Türkiye’de elde edilen yüzde 6,7 oranındaki iyileşmenin yeterli sayılmaması gerektiği açıktır.
Bugün, Türkiye, her 1.000 Dolar büyüklüğünde yeni hasıla üretebilmek için İtalya’dan 2,1 kat, Almanya’dan 1,9 kat, Yunanistan’dan 1,5 kat ve Avrupa Birliği (AB-28) ortalamasından 1,7 kat daha fazla enerji harcamak zorunda.
Enerji verimliliğine ilişkin bir diğer gösterge ise elektriğin iletim ve dağıtımında söz konusu olan kayıplardır. Bu alanda belirli ölçüde bir mesafe alındığı söylenebilir. 2002 yılında yüzde 18,8 olan şebeke kaybının 2013 yılı itibariyle yüzde 15,7’ye kadar düşürülebilmesi önemlidir.Bununla beraber, bu alanda OECD ülkeleri arasındaki en kötü istatistik Meksika’dan sonra hala Türkiye’dedir.
MADEN FACİALARI UNUTULUR MU?
Analiz edilen dönem söz konusu olduğunda, yaşanan maden facialarını hatırlamamak elbette mümkün değil.
Ülkemiz madencilik endüstrisinde son derece acı izler bırakan pek çok kaza bu dönemde meydana geldi: 2003 yılında Erzurum-Aşkale’deki kömür ocağında 8 çalışanın yaşamını yitirmesiyle açılan sahne, sayısız faciayla devam etti.
Aynı yıl Karaman-Ermenek’deki kömür ocağında 10, 2004 yılında Kastamonu-Küre’deki bakır ocağında 19, 2005 yılında Kütahya-Gediz’deki kömür ocağında 18, 2006 yılında Balıkesir-Dursunbey’deki kömür ocağında 17, 2009 yılında Bursa-Mustafakemalpaşa’daki kömür ocağında 19, 2010 yılında Balıkesir-Dursunbey’deki kömür ocağında 13, Zonguldak-Karadon’daki kömür ocağında 30, 2011 yılında Afşin-Elbistan’daki kömür açık ocağında 11 çalışan yaşamını yitirdi.
Ve sonra, Soma’da yeraltı kömür ocağındaki faciada 301 maden emekçisi hayatını kaybetti.
Ardından Ermenek: On sekiz işçi, ocağı basan suyun altında kaldı.
Ülkemiz, madencilikteki iş güvenliği alanında en kötü Dünya rekorlarına dönem boyunca geçen her yıl bir yenisini ekledi.
Tüm bunların ardından, uluslararası standartlarda güvenli bir madenciliğin yapılabilmesine yönelik bir yapılanma ortaya çıkarılabildi mi?
ENERJİ İLE İLGİLİ KURUMLARDA DURUM...
Ya kurumsal yapılar?
Enerji yönetiminin altındaki kamu kurumlarının, bu dönemde etkin ve verimli işleyen çağdaş yönetim sistemlerine kavuşturulduğunu, küresel ölçüde örnek yapıların tesis edilebildiğini söyleyebilir miyiz?
Pekala, enerji alanında uluslararası arenada söz sahibi olabilecek, enerji fakiri bir ülkenin ihtiyacı olan kaynakları küresel rekabet ortamında elde edebilecek güçlü kurumsal yapıları tesis edebildik mi?
Yine, bürokrasimizin kadim hastalıkları olan aidiyetler üzerinden kayırmacılık ve politik karışmaların bu dönemde enerjinin kurumsal yapılarına bulaştırılmadığını, ya da en azından geçmiş dönemlere göre bir iyileşme sağlandığını söyleyebilir miyiz?
SİZ NE DERSİNİZ?
Dönemin özeti genel hatlarıyla böyle.
Daha detay düzeyde pek çok uygulama örneğini de sıralamak mümkün.
Netice olarak, dönem boyunca enerji alanında sayısız uygulama söz konusu oldu. Özelleştirmeler, enerji alım-satım anlaşmaları, boru hattı projeleri, bitmez tükenmez yasal düzenlemeler, teşvikler, aramalar, yatırımlar ve daha pek çokları.
Tüm bunların ardından, “Evet, bu başarılı ve verimli bir dönemdi!” diyebiliyor muyuz?
Değerlendirmeyi sizlere bırakıyorum…
KAYNAKLAR:
1 - Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Enerji Denge Tabloları, 2015.
2 - Birincil enerji üretim ya da tüketimine ilişkin resmi veriler 2013 yılı sonuna kadar mevcut olup, 2014 ve 2015 yılları için henüz hazır değildir.
3 - Türkiye Elektrik İletim A.Ş., Türkiye Elektrik Üretim-İletim İstatistikleri - 2013, http://www.teias.gov.tr/TürkiyeElektrikİstatistikleri/istatistik2013/istatistik2013.htm, Erişim tarihi: 23 Temmuz 2015.
4 - Türkiye İstatistik Kurumu, Fasıllara Göre Dış Ticaret İstatistikleri, 2015.
5 - International Energy Agency, Renewables Information 2014, Paris.
6 - British Petroleum, Statistical Review of World Energy, 2015.
7 - Mycle Schneider and Antony Froggatt, The World Nuclear Industry Status Report 2014, July 2014; OECD/Nuclear Energy Agency, Nuclear Energy Data 2014.
8 - Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 2015-2019 Stratejik Planı, 2015, s. 52.
9 - International Energy Agency, Key World Energy Statistics 2014, Paris; 11. World Bank, Gross Domestic Product (Current US$) by Countries, 2015.
10 - Türkiye Elektrik İletim A.Ş., Türkiye Elektrik Üretim-İletim İstatistikleri - 2013, http://www.teias.gov.tr/TürkiyeElektrikİstatistikleri/istatistik2013/istatistik2013.htm, Erişim tarihi: 23 Temmuz 2015.
11 - Türkiye Elektrik İletim A.Ş., Türkiye Elektrik Üretim-İletim İstatistikleri - 2013, http://www.teias.gov.tr/TürkiyeElektrikİstatistikleri/istatistik2013/istatistik2013.htm, Erişim tarihi: 23 Temmuz 2015.
Dr. Nejat TAMZOK
Ankara, Temmuz 2015
e-Posta: [email protected]
YAZARLAR
Dr. Nejat TAMZOK
- Enerjide bir dönemin muhasebesi
Önceki ve Sonraki Yazılar