Geçtiğimiz günlerde Enerji Günlüğü’nde yayınlanan Afşin Elbistan A Termik Santrali’nin büyütüleceğine dair haber, Türkiye’nin enerji meselesi üzerine düşünme ihtiyacı hissettirdi. Her biri 340 MW’lik dört üniteden oluşan, toplam 1360 MW’lik kurulu güce sahip Afşin Elbistan A Termik Santrali’nin, muadillerine göre yüksek verimle çalıştığı söylenemez.
Haberde, Afşin Elbistan A Termik Santrali’ne eklenecek her biri 360 MW’lik iki yeni üniteden söz ediliyor. Bu ünitelerin, devreye girdiklerinde mevcut ünitelerden daha verimli ve kârlı çalışacağı kesin. Öyle ya, imtiyaz sözleşmesi ile santralin işletme hakkını devralan Çelikler Holding, kâr getirmeyecek bir yatırıma niçin para gömsün, geri ödemesi uzun yıllar sürecek borcun altına neden girsin?
Gelelim, bu haberin aklıma getirdiklerine...
Tüm dünya iklim değişikliği ile mücadele ve sürdürülebilirlik anahtar kelimeleri etrafında fosil yakıtlardan çıkışın yollarını arıyor. Bu çabaların enerji sektörün cephesindeki sihirli deyimi ise “enerji dönüşümü” olarak gündemimizde.
KÖMÜRÜ TERKETMEK O KADAR KOLAY MI?
Ancak gelin görün ki, “fosil yakıtları terk etmezsek öldük bittik” türü cümlelerde ifadesini bulan korkulara rağmen ülke yönetimleri deyim yerindeyse kendi yağlarıyla kavrulma (kendi enerjileri ile ayakta kalma) yaklaşımını terk etmeye yanaşmıyor.
İşte bu direnç, elektrik üretiminde halen en büyük paya sahip kaynaklardan biri olmayı sürdüren kömürün yakın beride terk edilmesinin güçlüğünü ortaya koyuyor. Aynı durum petrol için de geçerli.
Doğal gaz ise atmosfere en azından partikül salınmasına yol açmayan bir fosil kaynak olduğu için terk edilecekler listesinin ilk sıralarına henüz yükselmiş değil.
Bu arada Türkiye de pek çok Batı ve Uzakdoğu ülkesi gibi kendisine Net Sıfır hedefi koymuş aktörler listesinde çoktan yerini aldı. Diğer ülkeler hedef tarih olarak 2050 gibi köşeli bir sayıyı benimsemesine rağmen Türkiye Net Sıfır için 2053’ü hedeflediğini ilan etti.
NET SIFIR HEDEFİ VE KÖMÜR YAN YANA
Ancak Net Sıfır hedefi açıklamış pek çok gelişmiş ülke nükleer ve kömüre dayalı elektrik üretim tesislerini tamamen kapatmak yerine yedekte tutmaya devam etti. Aynı şekilde Türkiye de, bir yandan elindeki mevcut üretim filosunu daha verimli ve çevreye daha az zarar verir hale getirmeye çalışırken, bir yandan da bu filoya fosil kaynaklara dayalı yeni halkalar eklemenin derdinde.
Mevcut kömür santrallerinin modernizasyonu ve baca filtresi takılarak kirletme potansiyellerinin düşürülmesi hedeflerden biri. Bu tesislere, güneş ve rüzgar gibi yardımcı kaynaklara dayalı ilave elektrik üretim üniteleri eklenerek üretilen birim elektrik başına salınan karbon miktarını paçallama yoluyla düşürmeye çalışmak da varılmaya çalışılan sonuçlardan bir diğeri.
KÖMÜRÜN ADINI ANMAK BİLE...
Yeni halkalara gelince. Türkiye’nin bu konuda eli güçlü sayılmaz. Öyle ya, tüm dünya görünüşte kömürden çıkıyor. Finansal kuruluşlar kömüre dayalı sıfırdan yatırımları kredilendirmeyeceklerini ilan ediyor. Uluslararası kuruluşlar da benzeri şekilde bu tür projelere referans olmaktan özenle kaçınıyor. İş o seviyeye ulaştı ki, karbon sıfır hedefleri koyan küresel aktörler, alacakları mal ve hizmetlerde karbon ayak izi bulunmama şartları koymaya başladı. Yani ekonomi ve siyaset aktörleri açısından hem uluslararası hem ulusal kamuoyunda bırakın santral kurmayı, kömürün adını anmak bile çok riskli görünüyor.
ŞU SAVAŞIN AVRUPA’YA ETTİKLERİ...
Ancak büyük insanlık, görünürde bunları yaşasa da arka planda hayat çok farklı akabiliyor. Hiçbir ülke kömürü bırakma yarışında şampiyonluk kupasını kaldıracakmış gibi hareket eder durumda değil. Eller hep tetikte. Tüm dünya, özelde Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan enerji krizini aşmak, genelde de Rusya gazına bağımlılıktan kurtulmak isteyen Avrupa ülkelerinin, denize düşen yılana sarılır misali, onyıllardır terk ettik, ediyoruz diye lanse ettikleri kömür ve nükleer santrallerini yeniden devreye soktuklarına tanık oldu. Yani uzmanların bildiği ama geniş kamuoyunda çok da bilinmeyen bir gerçek gün yüzüne çıkıverdi: Aslında Avrupa ülkeleri ekonomik ömrünü tamamlamamış nükleer ve kömüre dayalı elektrik üretim tesislerini kapatmamış, yedekte tutmayı tercih etmişti.
Gelişmekte olan ekonomiler için de benzeri bir durum söz konusu. Azgelişmiş ülkelere hiç girmeyelim, çünkü oralarda bırakın kaynak tercihinde bulunma imkânını, elektrikle tanışmamış milyonların bulunduğu gerçeği, enerji yoksunluğu ve enerji yoksulluğunun daha acil bir sorun olduğunu yüzümüze çarpıyordu.
TÜRKİYE’DE KÖMÜRÜN ROLÜ
Türkiye’ye dönersek...
Yenilenebilir kaynaklara dayalı yatırımlar hızla büyüse de kömür santralleri, elektrik üretim altyapısının ana unsurlarından biri olmayı sürdürüyor. Megavat ile ifade edilen kurulu güç içinde kömür santrallerinin payı yüzde 30’ların altında kalsa bile bu tesislerin, üretilebilir toplam elektrik içindeki payları bunun çok çok üzerinde. Bunun nedeni basit: Rüzgar ve güneş gibi santrallerin yıllık çalışma süreleri kömür ve doğalgaz santrallerine göre çok düşük.
EN PAHALI ENERJİ HANGİSİ?
Güneş ışıdıkça elektrik üretebilen güneş santralleri ile rüzgâr estikçe enerji üretebilen rüzgâr enerji santralleri (RES) elbette yerli ve yenilenebilir kaynaktan üretim yaptığı için kıymetli. Ancak bir ekonominin o anda enerjiye ihtiyacı varsa bunu ne yapıp edip bir yerlerden tedarik etmek zorunda. Şirketler mal ve hizmet üretebilmek için ihtiyaç duyacakları elektriğin kaynağının değiştirilmesini, yerlileştirilmesini bekleyemez. Hadi çok kesin ifadeler kullanmayalım, diyelim ki bekledi, bunun ticari anlamda maliyeti çok yüksek olur. “En pahalı enerji olmayan enerjidir” diye bir söz var ya, işte o söz bunu anlatmak için sarf edilmiştir.
SORULAR SORULAR SORULAR
Peki Türkiye’nin gerçekten yeni kömür santrallerine ihtiyaç var mı? Başta rüzgar, güneş ve jeotermal olmak üzere, yerli enerji kaynakları Türkiye’nin uzun dönemde oluşabilecek enerji talebini karşılamaya yeter mi? Hadi mevcut kurulu tesisler yetmedi, rüzgâr, güneş ve jeotermal potansiyeli elektriğe dönüştürülse bu başarılabilir mi?
Tabi olaya tersinden de bakılabilir. Son birkaç yıldır doğru dürüst artmayan elektrik talebinin, önümüzdeki dönemde geçmiş 50 yılda olduğu ölçüde artacağından nasıl bu kadar emin olup, kurulu gücümüzü arttıralım diyebiliyoruz? Sıfırdan yeni elektrik üretim yatırımlarına, hem de faizler bu kadar yüksekken kaynak ayırmak ne ölçüde doğru?
ORTAK AKIL ARAYIŞI İÇİN
Enerji ve ekonomi yönetiminin, oturup bu soruları enine boyuna tartıştıracak platformlar oluşturmasında fayda var. Yıllardır enerji zirveleri, fuarları, yuvarlak masaları düzenleniyor ama bu sorulara cevap aranan bilimsel toplantıların yüzüne pek bakan yok. Bu durumun öyle derin siyasi nedenleri olduğunu düşünmüyorum. Siz deyin ihmalkarlık, ben diyeyim umursamazlık... Hadi şunu da ekleyelim: Ne yapacağını bilmezlik. .
Her neyse, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinden yeni çıkan Türkiye’nin, şapkasını önüne koyup enerji meselesi konusunda enine boyuna düşünmesinde fayda var. Çünkü enerji meselesi sadece kamu ve özel sektördeki enerji ile ilgili insanlara bırakılamayacak kadar önemlidir. Zira enerji bir ülke/ekonomi için olmazsa olmazdır elbette ama çarkların dönmesi için bir araçtır nihayetinde.
Haydi, Hazine Maliye, Enerji ve Teknoloji bakanlıkları, ortak akıl için iş başına! Tabii kendiniz çaldınız, kendiniz oynadınız denilmemesi için, her görüşten, her kesimden temsilcilerin veriler ışığında kendi tezlerini ortaya koyabilecekleri bir arayış etkinliğinden söz ediyorum.