KEREM ALİ BOYLA
Rüzgâr Enerji Santralleri diğer tüm yatırımlar gibi Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) sürecine tabii. ÇED raporları konunun uzmanları ve akademisyenler tarafından hazırlanıyor. Ancak yurtdışından kredi almak isteyen yatırımcı, bu raporun yeterli olmadığını ve ayrıca bir “Kuş Raporu” ve “Yarasa Raporu” gerektiğini öğrenebiliyor. Başka bir deyişle yurtdışındaki finans kuruluşlarında çalışan ekoloji ve risk uzmanları, “Sizin yolladığınız ÇED raporu yeterli değildir” diyerek yatırımcıyı uyarıyor.
O zaman buyurun, ÇED süreçlerinin 23 yıllık tarihçesine bir bakalım ve Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) uzmanlarını dinleyelim. 11 Kasım 2016 itibariyle, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı verilerine göre, 1993’ten bugüne kadar yaklaşık 55 bin 552 proje incelenmiş. Bunların 51 bin 200 tanesi ÇED muafiyet belgesi almış ve yoluna devam etmiş.
ÇED Yönetmeliğinin EK-1 listesinde bulunan “kurulu gücü 50 MWm ve üzeri rüzgâr enerji santralleri”, ÇED muafiyetine başvuramayan büyük ölçekli yatırımlar arasında yer alıyor. ÇED muafiyetine başvuramayan veya başvurmayan 4 bin 352 proje ÇED raporunu hazırlatmış ve bakanlığa sunmuş. Bunların sadece 32 tanesine olumsuz yanıt verilmiş.
Yani bugüne kadar tüm projeler içinde olumsuz sonuç alanların oranı, yüzde 0.06 (milyonda 600), ÇED raporu hazırlayan projelerin arasında ise yüzde 0.74 oranında. ÇED yönetmeliğinin amacına ulaşıp ulaşmadığını, sadece bu rakamlara bakarak, maalesef anlayabiliriz.
Diğer yandan masrafları yatırımcı tarafından karşılanan ÇED raporları, yatırımcıya doğru bilgiler veriyor mu? Bu soruya cevap aramak, konuyu derinlemesine irdelemek açısından, RES’ler için hazırlanan ÇED’lerin bir de içeriğine bakalım.
ÇED raporlarının kuşlar ve yarasalarla ilgili kısımlarında genelikle şunlara rastlıyoruz.
- Kuş göç rotalarıyla ilgili genel bir Türkiye haritası sunulur, bu haritada RES’in konumuna bir “zoom" yapılır ve rotaları gösteren çizgilerin alandan geçmediği gösterilir. Sonra da RES üzerinden geçen hiçbir göç yolu yoktur, denir.
- Alana bir günlük bir ziyarette bulunulur, görülen türlerin bilimsel isimleri sıralanır, Avrupa Birliği Kuş Yönetmeliği, Bern Sözleşmesi, CITES, IUCN kırmızı listesi, Merkez Av Komisyonu (MAK) listesinde olup olmadığı sıralanır ve alanda soyu tehlike altında olan bir tür yoktur, denir.
- Gündüz saatlerinde mağaraların içine doğru bakılır, tele objektifle bir fotoğraf çekilir ve bölgede yarasaya rastlanmadığı söylenir.
SAYFA BAŞINA RAPORU ÜCRETİ!
Oysa, eğer bu raporlarda Avrupa veya Dünya çapında kullanılan rehber/kılavuzlar (İng. Guideline) kullanılırsa, sorun çözülecek. Çalışmayı yapan uzmanların ve bu raporları değerlendiren ÇED uzmanlarının, alanın kaç mevsimde ziyaret edileceği, toplam kaç saatlik bir mesainin harcanacağı ve risklerin nasıl hesaplanacağı konusunda çok somut bir fikre sahip olmaları gerekiyor. Aksi takdirde ÇED raporları çoğu zaman olduğu gibi “sayfa sayısına göre” değerlendirilecekler.
Bu arada projelerin “ÇED Olumlu” kararını açmakta fayda var. Yatırımlarda her zaman bakanlık bazı rezivyonlar veya şartlar isteyebiliyor. ÇED raporlarında, olumlu veya olumsuz diye bir cevap süreci olarak algılanmamalıdır. Olumlu sonuçlanan çoğu raporda gene bazı öneriler ve önlemler bulunuyor. Örneğin:
- Belirli saat ve günlerde belirli türbinlerin kapatılması.
- Türbin kanatlarında “feathering“ gibi bazı modifikasyonların yapılması.
- Türbinlerin dömeye başladıkları rüzgar hızını 3 m/s’den 5 m/s gibi bir değere çekilmesi.
Bu önerilerin yerine getirilmesi, istenilen önlemlerin alınması ister istemez belli bir miktar üretim kaybı anlamına geliyor. Burada hemen belirteyim, bu üretim kaybı yüzde 0,5 gibi küçük miktarlarda olabilir. Örneğin bir türbinin iki km ötesinde yuvalayan ve yavrusunu çıkaran bir akbaba çiftinin korunması için RES yetkilileriyle beraber çalışılarak gerekli maliyet hesabını yapmıştık.
Buna göre 36 türbinlik bir santralin 8 türbinin 6 ay boyunca günde 8’er saatlik periyotlarda rüzgârın düşük olduğu zamanlarda kapatılmasının tahmini üretim kaybı yüzde 1.5 civarındaydı. Aslında ÇED raporlarında getirilebilecek öneriler son derece makul olsa da, bu kayıplar dolara vurulduğunda karar vermek çok kolay olmuyor.
Birincisi ÇED Genel Müdürlüğü, her ne kadar izleme ve değerlendirme görevini üstlense de, pratikte bunun uygulamaları henüz başlamadı.
Eğer şirket çevre ve doğaya olan duyarlılığını yerine getirecekse, bundan doğan zararı (üretim kaybını) kim karşılayacak? Doğayı korumak için “üretilmeyen” elektrik için devlet şirkete bir ödeme yapacak mı? Veya, örneğin vergi indirimi gibi, belirli avantajlara sahip olacak mı?
İkincisi, ÇED raporunda önerilen konuların yapılıp yapılmadığını kim kontrol edecek? Nisan ayında pelikan göçü sırasında kapatılması önerilerin türbinler dönmeye devam ederse, bunu kim denetleyecek?
Üçüncüsü, ortada yerine getirilmemiş bir çevre sorumluluğu, yani kuş göçü saatlerinde veya yarasaların çok bulunduğu mevsimde hassas alandaki türbinin dönmesi devam ediyorsa, bunun cezai bir yaptırımı olacak mı?
Aslında bunlar çözümü çok kolay olan sorunlar. Kamu yararı adına devletin, doğal yaşama sorumlu davranan bir enerji üreticisinin zararlarını karşılaması gerekiyor.
Diğer yandan teknoloji bu gibi sorunları çözmemiz için çok güzel platformlar sunabilir. Tüm türbin kontrollerinin dijital sistemlerle yapıldığı, türbinlerin rahatlıkla açılıp kapatıldığı sistemler zaten hali hazırda mevcut. Dolayısıyla hangi türbinlerin hangi koşullarda kaç saat çalıştığı bilgisi, küçük bir düzenlemeyle anında bilgisayarlarımıza gönderilebilir. Hem izleme, hem düzenleme hem de denetleme işleri bir panelden kolaylıkla takip edilebilir.
Tüm bunlar Türkiye’nin bugünkü koşullarında “çok gerçekçi” sorular olmasa da, doğa ile uyum içinde bir rüzgâr enerjisine sahip olmak için bu sorularla eninde sonunda yüzleşmek durumunda kalacağız.
Elbette hepimizin hayali, Türkiye’nin enerji ihtiyacının önemli bir bölümünün, rüzgar enerjisi gibi sürdürülebilir enerji kaynaklarıyla karşılanması ve bu potansiyelin mümkün olan her yerde, insana ve doğa ile uyum içinde yaygınlaştırılmasıdır. Ancak ÇED sürecini, sadece bir prosedür olarak görmeye devam edersek, Karaburun veya Çeşme’de doğa ve insan için olumsuz tepkiler toplayan örnekler oluşturmamız kaçınılmazdır.
Bu konuda TÜREB gibi lobi kuruluşlarına bazı görevler düştüğünü düşünüyorum. Özel sektör adına, gerek kanun ve yönetmeliklerin, gerek uygulamaların, gerek denetimlerin iyileştirilmesi için devletle beraber çalışabilecek kapasiteye sahipler. Gerçek anlamıyla doğa dostu bir rüzgar enerjisinden bahsedebilmek için henüz önümüzde uzun bir yol var.
Kerem Ali BOYLA - Enerji Günlüğü / 25 Kasım 2016, İstanbul