Enerji Günlüğü - (Mehmet KARA) Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Süheyla Suzan Alıca, çevresel etki değerlendirmesi kararlarına ilişkin açılan iptal davalarında, dava açılır açılmaz belirli bir süre için otomatik olarak yürütmenin durdurulması gerektiğini savundu.
WWF-Türkiye, Avrupa Birliği’nin finansal desteği ile beş ülkede yürüttüğü, Çevreye Uyumlu Sosyo-Ekonomik Kalkınma için Sivil Toplum Hareketi (CO-SEED) adlı projesini kamuoyuna duyurdu. Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Çevre Hukuku Öğretim Üyesi Doç. Dr. Süheyla Suzan Alıca, düzenlenen basın toplantısında ÇED’in öneminin nereden geldiğine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Geçmişte Çevre Bakanlığı'nın hukuk müşavirliğini de yapan Alıca “ÇED niye bu kadar önemli ve niye bu kadar çok tartışılıyor” dedi ve şöyle devam etti:
“Bir kere yatırımlarla ve projelerle ilgili olduğu için yatırımcıları yakından ilgilendiriyor. Bir yandan Türkiye, kalkınmasını tamamlamak zorunda olan bir ülke. Ama aynı zamanda korunacak çok doğal varlık ve değerleri var. Çevresel kirliliğin de önlenmesi gerekiyor. Korunan alanları hepimiz biliyoruz, Türkiye’nin nasıl bir ülke olduğunu da… İşte bu yüzden çatışmalar, çelişkiler başlıyor” dedi.
HALKI DA İŞİN İÇİNE KATAN TEK YÖNETMELİK
ÇED’nin kamu, sivil toplum ve özel sektör olmak üzere üç ana boyutu bulunduğunu kaydeden Alıca, “Her üçünde de sorunlar var. Uygulamada en çok değiştirilen yönetmelik bu. Bir kere 1983 yılında çıkarılan Çevre Kanunu’nun emrettiği bu yönetmelik ancak 1993 yılında yürürlüğe girebiliyor” dedi. ÇED yönetmeliğinde bugüne kadar hem kapsamlı hem de küçük ölçekli çok sayıda değişikliklere gidildiğine işaret eden Alıca, şunları söyledi:
“Halkın katılımı sürecinin bulunduğu, mevzuattaki tek düzenleme bu yönetmeliktir. Halkın katılımının, karar verme aşamasında idarecilere yol gösterici olması gerekiyor. Onun için çok tartışılıyor. O yüzden üzerinde çok değişiklik yapılan ve dava konusu olan bir yönetmelik bu.”
“GÖRÜŞ” İDİ, BAĞLAYICI HALE GELDİ
ÇED’in başlangıçta bir “görüş” olarak düzenlendiğini kaydeden Alıca, ancak “yargısal denetimi gerektiren ve bağlayıcı nitelikte olan bir idari işlemi sadece görüş olarak değerlendirmek yönetmeliğin düzenleyici olma özelliğine, idare hukuku esaslarına uygun değildir” diyen yargı kararları çıkmasıyla durumun değiştiğini söyledi. Başlangıçta ÇED’in aslında karar vericilere önlem alma ve doğru değerlendirme imkanı veren bir mekanizma olarak devreye alındığını kaydeden Alıca şöyle devam etti:
“Ama 2006 yılında Çevre Kanunu’na getirilen düzenlemeyle, diğer kamu kuruluşlarının izin, onay ve ruhsat vermeden önce mutlaka ÇED Olumlu Kararı veya ÇED Gerekli Değildir Kararı alması gerekiyor. Yargı da bu şekilde değerlendiriyor. Özel sektör ve yatırımcı da ÇED olumlu kararı aldıktan sonra diğer kamu kurumlarından alacağı izin ve ruhsatların olumlu çıkmasını bekliyor. Çünkü (ÇED sürecinde bütün bunlar tartışıldı, aklandı) diye algılanıyor ve mutlaka diğer izinlerin de verilmesi gerektiği anlayışı var. Yani aslında ÇED, başlangıçta hedeflenen ve beklenilenden amacından daha farklı bir konumda. Yatırımcılarda ise (yatırımlara engel oluyor) görüşü hakim, onun için değiştirilmesi isteniyor.”
BİR TAAHHÜTLER MANZUMESİ
Aslında ÇED’in bir taahhütler manzumesi olduğunu dile getiren Doç. Dr. Süheyla Suzan Alıca, yatırımcı ve proje hazırlayan firmaların “Ben şu şartlara uyacağım, şu yasal gereklilikleri yerine getireceğim vs.” dediğini vurguladı. ÇED’le ilgili asıl sorunun “İzleme ve denetim eksikliği’ olduğunu savunan Doç. Dr. Alıca “Bu yapılmadıktan sonra istediğiniz kadar taahhütte bulunun. Yatırımcı, (uygun teknolojiyi getireceğim, şu mekanizmayı kullanacağım, gerekli arıtma tesisini kuracağım) diyor. Peki bu taahhütler sonradan izleniyor mu? ÇED sürecindeki en önemli sorun budur. ÇED Genel Müdürlüğü aynı zamanda izin ve denetim genel müdürlüğü olarak en son 2011 yılında örgütlendi. İzin ve denetim aşaması gerektiği gibi izlenmezse ÇED’in bir anlamı yok. Aslında ilgili kişi ve kuruluşlar buna uyuyor mu, onun belirlenmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.
TAAHHÜTLERİNİ YERİNE GETİRMEYENE YAPTIRIM YOK
Eğer ilgili firmalar ÇED Raporlarındaki taahhütlerine uymuyorsa buna karşı bazı yaptırımlar bulunduğunu kaydeden Doç. Dr. Alıca, “Hem adli hem idari yaptırımlar var. Taahhütlere uymama nedeniyle getirilen idari para cezaları ve hatta faaliyetin durdurulması yaptırımları var. Peki uygulanıyor mu? Kaç firmaya yaptırım uygulanmış? Bunların bir dökümü yok. Bütün çevre izin ve denetim mekanizması entegre şekilde, bir arada yürütülmeye çalışılıyor” dedi.
YETERLİ YETİŞMİŞ İNSAN KAYNAĞI YOK
ÇED ile ilgili bir diğer önemli konunun, yeterli sayıda yetkin insan kaynağı bulunmaması olduğunu kaydeden Doç. Dr. Alıca şöyle konuştu:
“Hem ÇED Raporunu hazırlayanların hem de inceleyeceklerin yeterliliği, önemlidir. Birincisi, ÇED raporunu hazırlayacak firma yeterli mi? İkincisi, bunu denetleyecek, inceleyecek kamu temsilcileri yeterli mi? Maalesef bunlar çoğunlukla yeterli bilgi ve deneyime sahip olmayan kişiler olabiliyor. Bu nedenle inceleme değerlendirme komisyonlarında etkili olunamıyor ve ÇED süreci istenildiği gibi işlemiyor. Bir de bilindiği üzere devlet memuru ilgili kamu kurumunun temsilcisidir, kurumun verdiği görüşle bağlıdır. Kurumun resmi görüşünden farklı bir görüş vermesi mümkün değil.”
YETKİLENDİRİLMİŞ KURULUŞLAR YETKİN Mİ?
Yetkilendirilmiş kuruluşlar insan kaynaklarını ve yeterliliğini sorgulayan bir mekanizma işletse de sorunun çözülemediğini anlatan Doç. Dr. Alıca, şöyle devam etti:
“Aslında bir Yeterlilik Tebliği var ama gerçekten iyi uygulanıyor mu tartışmalı. ÇED Yeterlilik Belgesi’ne sahip kurum ve kuruluşların yürüttükleri ÇED sürecine ilişkin değerlendirme, Yönetmelikte belirtilen hükümlere aykırı olduğunda belgesi iptal edilebiliyor. Bazı sorunlar çıkabiliyor, bu kuruluşlar üzerinde baskılar yapılabiliyor. Ama bu raporların altına imza atanların bir kısmı çevre mühendisleridir. Ancak burada raporu hazırlayanla proje sahibi firmalar arasında da bir ekonomik bağ var, hizmet ilişkisi var. Bunun da gözden geçirilmesi gerekiyor. Ya idari hiyerarşik yapılanma ya da ticari bir ilişki var.”
BİLİRKİŞİ GECİKİRSE İŞ İŞTEN GEÇEBİLİYOR
Türkiye’deki hemen bütün büyük projelere ilişkin hazırlanan ÇED Raporları için dava açıldığını kaydeden Doç. Dr. Alıca, “Bu raporları bir hukukçunun, hakimin incelemesi ve değerlendirmesi mümkün değil. Bilirkişinin incelemesi gerekiyor. Bilirkişiler, teknik kişilerdir. Bunlar çevre mühendisleri de olabilir, konuya göre farklı teknik kişiler de… Ama bilirkişilik müessesesi de sağlıklı işlemeyebiliyor ya da yanlış işleyebiliyor. Bilirkişi raporları altı ay gibi uzun sürede hazırlanabiliyor. Bir bilirkişi raporu karşı taraf aleyhine çıktıysa yeniden başka bilirkişilerce incelenmesi istenebiliyor. Bu durumda ne oluyor? Dava süreci uzuyor. Telafisi mümkün olmayan zararlar doğabiliyor. Ancak bu durumda bile yürütmeyi durdurma kararı verilemiyor, o yüzden de iş işten geçmiş oluyor. İdari işlem, iptal edilene kadar yürürlükte kalıyor ve işler yürüyor. Bu da demektir ki ağaçların kesilmesi öngörülüyorsa kesiliyor, inşaat yapılacaksa yapılıyor, yatırım yapılacaksa bu devam ediyor.”
OTOMATİK YÜRÜTMEYİ DURDURMA LAZIM
Mevzuatta yürütmenin durdurulması müessesinin yanlış düzenlendiğini savunan Doç. Dr. Süheyla Alıca şu görüşleri dile getirdi:
“Yürütmenin durdurulacağı haller sıralanırken, (açıkça hukuka aykırılık ve telafisi mümkün olmayan zarar söz konusu olmalı) deniliyor. Hukuka aykırılık için zaten diğer şarta gerek yok. Planlama ve çevreyle ilgili konularda otomatik yürütmeyi durdurma olmalı. Dava açıldığında otomatik olarak yürütmeyi durdurma kararı verilmiş sayılmalı. Yoksa Atatürk Orman Çiftliği ile ilgili yürütmeyi durdurma kararı iki yıl sonra çıktı. O yüzden Soma Yırcalı’da 6 bin zeytin ağacı kesildi. O yüzden çevre ve planlama, imar gibi korunması gereken doğal ve tarihi değerlere ilişkin davalarda her koşulda telafisi mümkün olmayan zararın olduğu baştan kabul edilmeli. Türkiye’de telafisi mümkün olmayan çok zarar doğabiliyor. Geri dönüşü mümkün değil. Ne yıkılan yapılır ne kesilen ağaçlar geri gelir. Ne yapılmış hukuka aykırı bir yatırım eski haline döndürülür.”
YÜRÜTME DUR DEYİNCE DE DURMUYOR
Doç. Dr. Suzan Alıca’nın aktardığına göre, ÇED mevzuatındaki düzenleniş şekli ve yargının inisiyatif kullanmaması nedeniyle idare mahkemeleri tarafından yürütmeyi durdurma kararları alınsa bile, uygulanamıyor. “Bunlar hukuk devleti ve hukukun üstünlüğüyle ilgili konular” diyen Doç. Dr. Alıca şöyle devam etti: “Dava açılabilmesi için muhataplar bilgili olmalılar. Bilgi edinme kanunu var. Aynı zamanda çevre kanunu 30’uncu maddesi halkın katılımı, bilgi edinmeye dair hükümler taşıyor. Ancak katılımla ilgili sorunlar, halkın önceden bilgilendirilmesine ilişkin sorunlar var. Son yönetmelik iptal davası da buna dair gerekçelerle açıldı.”
“ÇIKAR AMAÇLI STK” KURANLAR BİLE VARMIŞ
İdari işlemlere karşı kimlerin dava açabileceği konusunun da tartışmalı olduğunu kaydeden Doç. Dr. Suzan Alıca, yargının bu konuda da farklı kararlar verebildiğine işaret etti. İdari davaları barolar, TMMOB, odalar ve derneklerin yanı sıra kişilerin de açabildiğini anlatan Doç. Dr. Alıca, ancak dava açma hakkını kullanabileceklerin sınırlandırılmaya çalışıldığını da ifade etti. Doç. Dr. Alıca şunları aktardı:
“Baroların yetkileri kısıtlandı. Şu anda odalar en fazla dava açan kesim. Onların sesi de kısılmaya çalışılıyor. Odaların ikincil mevzuatının düzenlenmesi ve denetimi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda bir genel müdürlüğe verildi. Bugün en fazla dava açma yetkisi olan kesim TMMOB ve meslek odaları. Dernek ve Vakıflar artık çevre davalarında çok muhatap kabul edilmiyor. Neden? Çünkü baroların ve TMMOB’un bu yetkileri kanun ile verilmiştir. Ancak dernekler yetkilerini ve faaliyet alanlarını tüzükleriyle belirliyorlar. Gerekirse tüzük değişikliği yapabiliyorlar. Yargı mensuplarına bunu sorduğumuzda geçmişte uygulamada bazı sorunlar çıktığını ifade ettiler. Bazı derneklerin önce dava açıp, yürütmeyi durdurma kararı aldırıp, sonra yatırımcıyla pazarlığa girdikleri olmuş. (O yüzden de dava açmalarına izin vermiyoruz) dediler.”
MENFAAT İHLALİNDE KİŞİLER AÇABİLİR
Kişilerin de doğrudan menfaat ihlali halinde dava açabileceğini kaydeden Doç. Dr. Suzan Alıca, “Vatandaşların hemşehri ve vergi mükellefi, ikamet eden gibi hususlara dayanılarak dava açma menfaatlerinin bulunduğu kabul edilebiliyor. Ama bazen de kabul etmeyebiliyorlar. Yani dava açma hakkını kullanmada (menfaat ilişkisi) kavramının da giderek daraltıldığını görüyoruz” diye konuştu.
İVEDİ YARGILAMAYLA KISITLAMA
İdari davalarda “ivedi yargılama” usulünün getirildiğine de değinen Doç. Dr. Süheyla Suzan Alıca, “Davayı daha kısa sürede açmak zorundasınız. İdari işlemlere karşı dava açma süresi genel düzenlemede 60 gündür, ancak ÇED kararlarına karşı 30 gün içinde dava açması gerekiyor. Dava süreci de, yani mahkemenin sonuçlandırılması süreci de kısaltıldı. Bu ise halkın katılımına ilişkin sürecin üstün körü yapılmasına da yol açabilir. Bilirkişideki raporların incelenmesinde de kısa süre verildiğinde sorun doğabilir. Sürenin kısaltılması hakimler için bir baskı unsurudur. Çabuk incelenip karar verilmesi, sağlıklı sonuç elde edilmesi açısından bir dezavantajdır. Bir yandan da yatırımcı bir an önce yatırıma başlamak için baskı yapabiliyor. Bütün bunlar değerlendirildiğinde, yargılama ve halkın bilgilendirilmesi hukuk devletiyle elbette ilgilidir. Pek çok hukuka aykırı uygulama var ama ÇED’i düşündüğümüzde hem inceleme hem de yargılama süreçlerinin çok da hukuka uygun işlemediğini görüyoruz.”
Mehmet KARA