Uğursuz baykuş gibi konuşmayı oldum olası sevmem.
Yok, bizi şöyle kötü günler bekliyor...
Yok, şu olmazsa felaket kaçınılmaz...
Yok efendim, bu iş başlamadan biter...
Falan...
Ama kimi zaman bazı uyarılarda bulunmak da kaçınılmazdır.
Şimdi aklım erdiğince bunu yapmaya çalışayım.
Hangi konuda mı?
Elektrik sektörü konusunda...
Hem politika yapıcılar, hem uygulayıcılar ve hem de bu iki ayağı izleyerek elektrik alanında gerek üretim, gerekse ticari ve finansal anlamda yatırım yapmak isteyenler dikkatli olmalı... Hatta mevcut yatırım sahipleri de ukalalık saymazlarsa dinlesinler lütfen...
Enerjinin konvansiyonel pazarlar kabul edilebilecek akaryakıt ve otogaz gibi alt kollarını ve doğrudan devlet politikası gözlüğüyle bakılan nükleeri bir yana bırakalım.
Bunun dışındaki alt kollara bakalım. Kömür, doğalgaz, petrol (fuel oil ve benzeri yakıtlar), rüzgar, güneş, jeotermal, dalga ve biyokütle...
İşte tüm bunlarla ilgili bütün yollar gelip elektriğe dayanıyor.
Şimdi elektrik sektörünün paydaşları neye göre hareket ediyor? Bu sektöre girmeye ya da girmemeye, eski bir oyuncu isek yeni yatırım yapıp yapmamaya, sektörden çıkıp çıkmamaya nasıl karar veriyor?
Ana çıpa, Türkiye`nin 2023 Stratejisi ve buna bağlı olarak enerjiyle ilgili hedefler...
Evet, Türkiye 2023 yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olmayı hedefliyor.
Bu noktaya ulaşabilmek için neresinden baksanız, her yıl yüzde 6-7-8`lik bir ekonomik büyüme gerekiyor.
Demek ki her yıl en az bu kadarlık ek elektrik talebi ortaya çıkacak. Buna bir de milli gelir seviyesi arttıkça refah düzeyinin yükselmesinin getirdiği ekstra elektrik talebini ekleyin...
57 bin 500 MW`lik mevcut kurulu kapasiteyle 2012 yılında yaklaşık 242 milyar kWh elektrik tüketmişiz.
Evet, buradan hareketle uzun vadede trend yukarı diyoruz.
Cumhuriyet`in 100`üncü yılında kurulu kapasitenin 100 bin MW`ye yaklaşması, tüketimin ise 500 milyar kWh`a ulaşması öngörülüyor. Ama arada inişler çıkışlar olmayacak mı? Tabii ki olacak. Tam da bugün olduğu gibi...
Yılın ilk üç ayında elektrik üretimi yüzde 2.4, tüketimi ise yüzde 5.2 geriledi. Hatta hem üretimde hem de tüketimde programlananla gerçekleşen rakamlar arasındaki makas giderek açılıyor. Üretimde 100 hedeflenmişken gerçekleşme oranı ocak, şubat ve mart aylarında sırasıyla yüzde 87.5, 86.3 ve 83.0 iken tüketimde yüzde 85.4, 84.4 ve 81.1 olmuş.
Peki bu veriler bize ne söylüyor?
Şimdi sektöre girilir mi girilmez mi, çıkılır mı çıkılmaz mı sorularına yeniden dönebiliriz.
Evet, geçmiş üç aya değil de genel çerçeveye bakarsanız bu sektöre girilir.
Çünkü uzun vadede talep artacak.
Tüketimi, dolayısıyla talebi artan bir ürün ya da hizmeti kim üretip, geliştirip satmak istemez?
Peki fiyat?
İşte burada durun, aklınıza ilk gelenle hareket etmeyin.
Talebi artan ürünün fiyatı da artar diyorsanız yanılıyorsunuz.
Çünkü, elektrik fiyatının teorik olarak arz-talep dengesiyle oluşması gerekir ama arz ve talep ne olursa olsun, üretim maliyetini belirleyen faktörlerde sorunlar var.
Birincisi elektrik üretiminde en büyük paya sahip girdi olan doğalgazın fiyatı piyasada belirlenmiyor. İkincisi elektrik üretiminde devletin payı hala yüksek.
Bu haftalık yerimiz doldu. Sözünü ettiğimiz sorunların ayrıntılarına ve bu konunun Borsa İstanbul ile ilişkisine haftaya girelim. Bu arada konuyla ilgili görüşlerinizi mehmet.kara@ istanbul.com adresine bekliyoruz.
Siz yine de bakmayın bizim söylediklerimize ve enerjik kalın...
YAZARLAR
Mehmet KARA
- Borsa İstanbul’u elektrik çarpmasın
Önceki ve Sonraki Yazılar