Enerji Günlüğü – (Mehmet KARA - ÖZEL) Elektrik Üreticileri Derneği (EÜD) Başkan Yardımcısı Cem Aşık, hızlı büyümeyle elektrik talebinin artacağını belirterek, bunun karşılanması için mevcut arz fazlasına güvenilmeyip yatırımların sürdürülmesi gerektiğini söyledi.
Türkiye özellikle son 15 yılda hızlanan yatırımlarla elektrik üretiminde 85 bin MW’lik kurulu güce ulaştı. Bu güç, talebin üzerinde bir rakama işaret ediyor. Peki bu hep böyle mi kalacak? Üstelik devam eden yatırımlar varken. Mevcut kapasite, artan talebi daha kaç yıl karşılayabilir? Ne yapmalı? Elektrik Üreticileri Derneği Başkan Yardımcısı Cem Aşık, Türkiye elektrik sektörünün durumuna ve geleceğine ilişkin sorularımızı cevapladı.
Türkiye’nin elektrik arz güvenliği ne durumda?
Türkiye elektrik sektöründe 2001 yılında ciddi bir liberalizasyon hamlesi başladı. 2005 yılı sonrasında ise yatırımlar hızlanarak arttı. Bu dönemde özel sektör eliyle 70 milyar dolara yakın doğrudan elektrik üretim yatırımı yapıldı. Ayrıca 11 milyar dolarlık da elektrik santrali özelleştirmesi gerçekleşti. Bu yatırımların güzel ve başarılı tarafı da, ciddi bir kısmının piyasaya güvenerek, yani piyasada oluşacak elektrik fiyatlarına güvenilerek yapılmasıydı. Yani bu yatırımları yapanlara alım fiyatı garantisi sunulmadı, yatırımcılar tamamen piyasada oluşacak fiyatlara güvendi.
Ama çok ciddi alım garantileri de verildi bu dönemde…
Evet haklısınız ama alım garantisi verilenler yenilenebilir enerjiye dayalı yatırımlardı. Tabii onlar da belli bir süre sonra, yani alım garanti süreleri dolunca piyasaya dönecekler, dönüyorlar. İşte bu kadar yatırımın sonunda da 2006 yılında 40 bin MW civarında olan kurulu güç, 2017 sonunda 85 bin MW’ı geçti.
Peki bu büyüme, bütün bu yatırımlar ne tür sonuçlara yol açtı?
Bu elektrik üretim kapasitesi yatırımları Türkiye’nin tüketiminin çok hızlı, ortalama yüzde 7 büyüyeceği varsayılarak yapıldı. Ama beklenen hızda büyüme yaşanmayınca bir arz fazlası ortaya çıktı. Yani kurulu güç fazlası oluştu.
Ne kadarlık bir arz fazlasından söz ediyoruz?
Bunu söylemek çok da kolay değil. Arz fazlası denilince sadece kurulu güce bakmak yetmez. Hem kurulu gücü hem de üretimi bir arada değerlendirmek lazım. Ama kabaca yüzde 25-30 seviyelerinde bir fazlalığımız olduğunu söyleyebiliriz. Normalde dünyada, iyi yönetilen sistemlerde standart olarak yüzde 10’lar mertebesinde bir fazlalık olması yeterli.
O halde biz boşuna mı yatırım yaptık?
Hayır, boşuna yapmadık tabii. Ama biliyorsunuz arzın fazla olduğu yerde fiyatlar düşer. Dolayısıyla yatırımcı açısından baktığınızda serbest piyasaya göre pozisyon almak, yatırım yapmak fizibıl görünmüyor. Şu anda yeni yatırımlar büyük ölçüde durdu. Elinde serbest proje bulunanlar bunları askıda tutuyor. Aynı şekilde finans kuruluşları da serbest pazarda fiyatların düştüğünü görünce piyasaya güvenerek yatırımları kredilendirmek istemiyor.
Yatırımların ve kredilendirmelerin durması ne anlama geliyor peki?
Eğer ekonomi makul oranlarda büyümeye devam eder ve yeni elektrik üretim yatırımlarına devam edilmezse ileride sıkıntı yaşayabiliriz. Türkiye’nin yüksek büyüme potansiyeli var ve bu ortalama yüzde 4.5 civarında devam ederse, ileride tekrar darboğaza düşme ihtimali var. Normalde tüketim şu anki büyüme trendinde gider ve ciddi yatırımlar gelmezse 2021 yılından sıkışabiliriz. Zaten ilk nükleer santralin devreye girişi de hedeflenen 2023 yılından sonraya kalmış görünüyor. Enerji yatırımlarının tamamlanma süresinin 2-5 yıl arasında değiştiğini de göz önünde bulundurursanız, şu anda harekete geçmek gerektiği ortaya çıkıyor. Karar verilip yatırım sürecine başlaması lazım yatırımcıların.
Ama şu anda elde ciddi bir proje stoku var görünüyor…
Proje stoku var ama bunların ilerleme hızına bakmanız lazım. Evet, üreteceği elektriğe devletin alım garantisi sunduğu yenilenebilir enerji kaynak alanı (YEKA) gibi projeler ilerliyor. Ama piyasaya güvenerek, kendi kendime HES ya da termik santral yapayım diyen pek kimse yok. Sadece eskiden başlanmış ve bitmek üzere olanlar var. Zaten onlar da çoğunlukla alım garantili.
Peki sektör ve ekonomi bunu nasıl aşacak?
Burada en önemli nokta öngörülebilirlik. Bunun için de müdahalesiz, şeffaf ve daha az bürokratik bir ortama ihtiyacımız var. Şu anda yapılan güzel bir şey var. Arz güvenliği tehlikesini azaltmak için devletin uygun görüp seçtiği santrallere can suyu vererek, onları geleceğe taşıma amaçlı kapasite mekanizması uygulaması devreye giriyor. Aslında teorik olarak devreye girdi ama henüz fiyatlar belirlenmediğinden işlemler resmen başlayamadı.
Nasıl bir şey bu kapasite mekanizması?
Bu tür mekanizmalar dünyada da oldukça yeni. İngiltere ve Almanya benzeri çalışmalar yapmaya başladı. Bizdeki kapasite mekanizmasının geliştirilmesinde Elektrik Üreticileri Derneği’nin (EÜD) ciddi bir emeği, katkısı var. Piyasayı bozmadan, fiyatları doğrudan etkilemeyecek bir yöntemle bu tür santrallere can suyu veriliyor. Yani bu santrallere, ‘sen şimdi yaşa, ayakta kal, ileride çok işime yarayacaksın’ deniliyor. Bunun arkasında ekonomik bir bakış da var. Çünkü bu santralleri bugün yaşayamaz hale getirip kapanmalarına neden olursanız, ileride eksik kapasite yüzünden katlanacağınız maliyet, şu an verilen desteklerden çok daha büyük olur. Burada elektriksiz kalmayı ve onun yol açacağı kayıpları saymıyorum bile. Dolayısıyla bunu yapmak piyasa açısından da harcanacak paraya baktığınızda doğru bir yol. Bugün verilecek destek, ileride fiyatların pahalanmasını önleyecektir.
İsterseniz yeni projelere dönelim, yatırım ortamı açısından bakarsak durum ne merkezde?
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı strateji olarak yerli ve milli kaynakları kullanmayı öncelikleri arasına aldı. Burada daha çok linyitin adı geçiyor; ama bizim en büyük yerli kaynaklarımız yenilenebilir olanlar. Güneş ve rüzgarda büyük ölçekli YEKA ihaleleri yapılıyor. Bunlar devam da edecek. Ancak küçük kurulumların da önünü açmak lazım. Belli bölgelerde, 15-20 MW’lik lisanslı rüzgar ve güneş santrali yatırımları da yapılmaya devam etmeli. Bunun için yenilenebilir enerji destek mekanizmasına ihtiyaç var.
Ama Enerji Bakanı Berat Albayrak YEKDEM’in 2020’den sonra kalkacağını açıkladı...
Ben de özellikle YEKDEM demedim zaten. O mekanizma kapsamında geçmişte verilmiş bazı sözler bugün yük olarak algılanıyor. Ki aslında o bile tartışmalı. Ama yeni yatırımlar için de finansmana ihtiyaç var. Bunu sağlayacak finansörlere, baz alacakları bir gelir modeli gösterilmesi lazım.
Nasıl bir modelden söz ediyorsunuz?
Bunun için birkaç yöntem düşünülebilir. Mesela yerli ekipman desteği sağlanabilir ki bu Türkiye’nin sanayisi için de çok önemli. İkincisi santral kurulum maliyetlerini düşürmek için KDV muafiyeti ve diğer vergi destekleri sunulabilir. Elektrik şebekesi kullanım payı düşük tutulabilir, hatta çalışanların sigorta primleri belli bir süreliğine karşılanabilir.
Maliyet düşürmenin dışında başka teşvik edici adımlar atılamaz mı?
Tabii ki atılmalı. Kurulacak yeni elektrik santrallerinin geliriyle ilgili bazı asgari taahhütler verilebilir. Çünkü bankacılar, finansörler, finanse edecekleri projelerde çok az bile olsa, sabit bir gelir akışını görmekteyim istiyor. Aslında bence 2021’den sonra piyasada fiyatlar yükseleceği için destekleri kullanmaya ihtiyaç bile kalmayacak. Ama bu yatırımların bugün hayata geçirilebilmesi için finansörlere böylesi bir gelir garantisi göstermek şart görünüyor. Bu söylediklerim kötü senaryo çözümü aslında. Devlet, ‘pazar çok kötü bile olsa bu kadar para garanti, sen krediyi ver’ demiş olacak. Bu minimum garanti geliri önüne koyduğunuzda, yatırımcı finansörlere derdini daha kolay anlatabiliyor.
Askıdaki projelerden hangileri için harekete geçilmeli?
Bazı büyük HES projeleri var elde bekleyen. Aslında proje hazır, bazılarının lisansı da alınmış ama bekliyorlar. Bunların bazıları Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, çeşitli nedenlerle başlanamamış. Alım garantisi olmadığı için finansal açıdan çok riskli. Aslında bunlar tamamen yerli ve sürdürülebilir kaynaklar. Bu açıdan nasıl YEKA stratejik ise bunları da stratejik olarak görmek lazım. Ve hayata geçirilmeleri için de alım garantili model vermekte bence fayda var. Ayrıca bu tür santraller hem bir sürü endüstriyi hareketlendiriyor; istihdam sağlıyor; hem de bina inşaatından farklı olarak gayri safi milli hasılaya katkı sağlayarak ekonomiyi güçlendiriyor.
Ama iş hep gelip desteğe, teşviğe dayanıyor, bu nasıl serbestlik?
Aslında müdahalesiz pazar diyoruz ama buradaki en önemli konumuz, şu anda devletin elini çekmekten imtina ettiği kısım, yani elektrik fiyat tarifeleri. Ocak 2018’e kadar son üç yıldır tarifelerde bir artış yapılmadı. Hatta aktif enerji fiyatında düşüş bile oldu da sonradan tekrar toparlandı. Bakıldığı zaman Avrupa ülkelerinin çoğundan daha ucuz elektrik tüketiyoruz. Kur artıyor, maliyetler artıyor, tarifeler ise sabit kalıyor. Son yapılan zamma rağmen tarife şu anda birçok tüketici grubu açısından gerçek elektrik maliyetinin altında. Bu yüzden serbest tedarikçilere gitmiyorlar. Zaten serbest tedarikçiler de fiyat veremiyor. Herkes tarifeye döndü. Bu demek ki tarifede sübvansiyon var. Çok söylenmiyor ama bu fark dönüp dolanıp Hazine’den, dolayısıyla halkın cebinden çıkıyor.
Ne öneriyorsunuz?
Küçük tüketiciler dışında tarife olmamalı. Zaten ciddi rekabet eden bir tedarikçi pazarı oluşmuş durumda. Geçmişte tarifeler enerji maliyetlerinin üzerindeyken, büyük tüketicilerin hepsi maliyetine yakın fiyattan enerji alabiliyorlardı zaten. Pazarlık yapabilecek güçleri var. Burada korkacak bir şey yok. Ne zaman ki tarife maliyetlerin altına düştü, bu iş durdu. Burada serbest pazar önemli dedik ya, yatırım çekmek için serbest pazar olmak gerekmiyor. Yatırımı her ülke öyle ya da böyle çekebilir. Önemli olan bunun karşılığında verdiğiniz garantiler ve katlandığınız maliyet. En ucuz ve devleti en az bağlayan yatırım çekme şekli, insanların sizin kurduğunuz serbest piyasaya güvenerek gelmeleri. Ki Türkiye’de elektrik pazarında 2005-2006’lardan sonraki başarı tamamen bu inanca bağlı. Bunun içinde şeffaf ve serbest piyasayı desteklemeniz lazım. Serbestleşmek istiyorsanız, fiyat serbestisini de içinize sindirmeniz gerekiyor. Devlet düzenleme yapan ve kontrol eden konumda kalmalı. Hem serbestleşeyim hem de fiyatları belirleyeyim diyorsanız, bu ikisi birbiriyle çelişiyor.
Kapasite mekanizmasına tekrar dönmek istiyorum, nasıl işleyecek biraz somutlaştırabilir misiniz?
Elektrik piyasasında kapasite mekanizması şöyle çalışıyor. Doğalgaz santrallerini ele alalım. Türkiye’deki belli bir verimlilik düzeyinin üzerindeki gaz santrallerinin sabit ve değişken işletme giderleri ortalama olarak hesaplanıyor. Bu hesaplama sırasında, söz konusu santrallerin geçmiş yıllarda nasıl çalıştıklarına bakılarak, kapasite kullanım oranları da gözetiliyor. Bu santrallerin elektrik üretim maliyetleri, piyasa fiyatlarının üzerinde kaldığı zaman zararına çalışıyor. İşte devlet bu zararı karşılayacak kadar bir fark ödüyor. Ödenecek farkın bir sınırı var. Diyelim ki santralin elektrik üretim maliyeti megavatsaat (MWh) başına 190 TL. Bunun 160 TL’si değişken maliyet kalemlerinden, 30 TL’si ise sabit gider kalemlerinden kaynaklanıyor. Bu santrali, piyasadaki elektrik fiyatının 180 TL olduğu bir zaman diliminde çalıştırdığınızda ya da beklettiğinizde aradaki 10 TL’lik farkı devlet santrale ödüyor. Ama piyasa fiyatı 100 TL olursa santral 90 TL almıyor, maksimum 30 TL alabiliyor. Çünkü devlet sadece sabit maliyet kalemi kısmını ödüyor. Bu da o santralin emre amade, yani her an üretime hazır tutulmasının ödülü oluyor. Tersini de söyleyelim. Piyasa fiyatı 200 TL olduysa santral zaten kar ettiği için ya da çalışsaydı kar edeceği için devlet hiç para ödemiyor.
Mehmet KARA - Enerji Günlüğü