Financial Times gazetesinin ödüllü baş ekonomi yorumcusu Martin Wolf, gazetenin 9 Mart 2021 sayısında “İnsanlık Yuvamız Gezegende Bir Guguk Kuşu” başlıklı bir yazıyla okurlarının karşısına çıktı. Türkiye’de çok fazla ilgi uyandırmayan bu makale, tüyler ürpertici bir tespitle başlıyordu.
“Bugün biz insanlar ve yiyecek amacıyla yetiştirdiğimiz hayvanlar, gezegendeki tüm memelilerin yüzde 96’sını oluşturuyor. Dahası şu anda yeryüzündeki tüm kuşların yüzde 70’i endüsttriyel amaçla yetiştirilen kümes hayvanları, yani yediğimiz tavuklardır. Üstelik bunlar, gezegenin biyosferi üzerindeki genel etkimizin küçük bir kısmından ibaret. Zenginliğimizi ve sayımızı arttırmada çarpıcı başarımız, Androposen olarak adlandırılan yeni bir çağ yarattı. Bu tanım abartılı olabilir. Ancak faaliyetlerimizin dünyadaki tüm yaşamı yeniden şekillendirdiği hususu, hiç abartılı değildir.”
İklim değişikliğiyle mücadele eden çevreci bir örgütün bildirisinden giriş cümleleri okuyormuşuz izlenimi veren bu değerlendirmeler, barındırdığı önermeler ve tespitlerle son elli yıldır araştırmacılar ve sol politikacılar tarafından dile getiriliyordu.
İçinde bulunduğumuz dönem, Androposen, yani insan çağı olarak adlandırılıyor. Daha açık bir ifadeyle son üç yüzyılda insanın dünya üzerinde kurduğu hakimiyeti anlatıyor: Bizim nesil, doğal dengeden uzaklaşarak, kendi arzu ve gereksinimlerimize yönelik ve devam edemeyeceği artık net şekilde görünen bu sistemi değiştirmek için son şans kabul ediliyor.
Şüphe götürmeyen bir gerçek var ki, içinde bulunduğumuz sorunun kaynağı insanoğlunun temel zaafları olarak gösterilen ama özünde neo klasik ekonomi ve siyaset anlayışının yol verdiği aşırı üretime bağlı sebeplerden başka bir şey değil.
Dünyadaki fizik, bilişim, biyoteknoloji, biyo informatik ve modern biyolojik bilimlerde araştıramalar yapan kurumlar arasında çok saygın bir yeri olan Weizmann Bilim Enstitüsü’nün yaptığı araştırmalar, beton, plastik ve aluminyum üretimlerinin toplam ağırlığının yaklaşık olarak her 20 yılda bir, ikiye katlanarak büyüdüğü ve 2020 yılında bu ağırlığın 1.1 tetratona ulaştığını gösteriyor. Dünyanın toplan ağırlığının 3 tetraton olduğu göz önüne alındığında durumun korkunçluğu daha dramatik bir şekilde gözler önüne seriliyor. Peki bu materyaller nerede kullanılıyor diye sormak en doğal hakkımız. Hadi biz kendimiz verelim cevabı cevabı. Söz konusu materyaller daha çok inşaat, otomotiv, tekstil gibi sektörlerde kullanılıyor.
İnsanların talep ettiği ürünler yahut Jean Baptiste Say’ın değişiyle talebini yaratan arz, yeni şeyler üretmek için doğadan, bizim dışımızdaki canlıların yaşam alanlarından bir şeyler eksiltiyor. Bir distopya tablosu olarak algılamasak da yeryüzündeki diğer canlıların yaşam alanlarının azalması sonuçta insanoğluna başa çıkamayacağı virüsler ve bakteriler olarak geri dönüyor.
Covid 19 virüsüyle başa çıkmaya çalıştığımız bu günlerde bilim insanları salgının başlangıcını virüsün konak değiştirmesi olarak dile getiriyor. Wismann Bilim Enstitüsü’nün bu konuyla ilgili yaptığı araştırmalar 2020 yılı sonunda yayınlanan “The Andropocene is Upon Us” başlıklı raporda detayları ile anlatılıyor.
Üretim ve ticaretteki artışın ikincil etkilerine en iyi örnek, dünyada hamburger satan zincir restaurantlarının sayısının artması diyebiliriz. Hamburgerci sayısındaki artış sığır besiciliğini büyütüyor, bu durum yeni besi alanları talebini arttırıyor ve Brezilya’da besi çiftliklerinin sayısı çoğalıyor. Tüm bu zincirin son halkası ise dünyanın akciğerleri kabul edilen Brezilya’daki Amazon yağmur ormanlarının azalması olarak karşımıza çıkıyor. Halen iktidardaki Bolsanora hükümetine yönelik gerek iç muhalefetin gerekse de uluslararası çevrelerin en önemli eleştirilerinden biri yağmur ormanlarında yaptığı parselasyon ve arazi geliştirme faaliyetleri...
Durum ilk bakışta insanın doğaya üstün gelmesi gibi anlamlandırılabilirse de doğanın kaybedeceği şeylerin aslında insanlığın kaybedeceği şeyler anlamına geleceğini anlamamız için son dönemeçteyiz. İnsanın içinde yaşadığı endüstriyel çağ ve ona ruhunu üfleyen kapitalizm yarattığı tüm üretim faaliyetleri doğanın aşırı sömürülmesi üzerine kurulu. Doğanın tahribatı olarak somut bir şekilde gördüğümüz bu sömürü sonucunda iklim değişikliği, atmosferin yaşanamaz hale gelmesi, içilebilir su kaynaklarının azalması, toprakların tarıma elverişsiz hale gelmesi gibi bir çok tehlike bizim ve gezegenimiz için geri dönülemez noktaya yaklaşıyor. Androposen çağ kavramı ve yazımıza mülhem Martin Wolf’un Financial Times’ta yayınlanan makalesi işte tam da bu tehlikenin büyüklüğünü anlatıyor.