Evet, Türkiye büyüyor ve enerji ihtiyacı da artıyor. Üstelik bu konuda dışa bağımlılığı çok yüksek, yüzde 75`lerde... Bu durum, sektöre yönelik yatırım politikalarına da yansıyor.
Politikaların iki ana aksından biri, artan elektrik ihtiyacını karşılamak için üretime dönük yatırımları hızlandırmak. Diğer aks ise dışa bağımlılığı azaltmak için olabildiğince yerli kaynakları devreye sokmak.
Yerli kaynaklar denilince linyit, jeotermal, güneş, rüzgar ve su akla geliyor. Bunların hemen hemen tümünde, neredeyse seferberlik ilan edilmiş durumda...
Ama bir konuda iş abartılmış görünüyor. Özellikle su kaynaklarının değerlendirilmesiyle ilgili olarak... Tamam, büyük ölçekli hidroelektrik yatırımları yapıldı, yapılıyor ve yapılmalı da... Ama bazı yatırımlar var ki, attığınız taş ürküttüğünüz kurbağaya değmeyecek cinsten. Özellikle küçük ölçekli regülatörler ve hidroelektrik santrallerinden söz ediyorum.
Çevre tahribatına yol açacağı, dünya harikası vadilerin ve havzaların yok olacağı endişeleriyle bu tip yatırımlara karşı eylemler yapılıyor. Bu eylemler, sözünü ettiğimiz santral kurma girişimlerinin yoğunlaştığı Karadeniz, özellikle de Doğu Karadeniz Bölgesi`nde öne çıkıyor. Ama sadece orada değil, ülkenin başka bölgelerinde de var benzeri eylemler...
Bunlardan biri de, Türkiye`nin İstanbul`dan sonra dünya markası olarak gösterilen ikinci şehri Antalya... İl çapında, HES`lerle bölge insanı arasında ciddi sorunlar var... Bunların en tipik örneği, Alakır Çayı üzerinde kurulacak bir dizi HES projesiyle ilgili...
Bu çay üzerinde eskiden beri kullanılan sulama amaçlı, küçük ölçekli bir Alakır Barajı vardı. Elektrikte işletme devri yoluyla yapılan özelleştirmeler sonrasında bu barajdan bırakılan su miktarını yaş sebze meyve anbarı Finike ve Kumluca bölgesindeki narenciye bahçelerinin ve seracıların ihtiyacı yerine bir başka faktör, daha yüksek elektrik üretme kaygısı belirler oldu.
Daha sonra Alakır üzerine yeni HES`ler için izin verildi. Çevre duyarlılığı yüksek bölge insanlarının ve sivil toplum kuruluşlarının açtığı sayısız davaya, hatta bazı yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen 70 kilometrelik vadi boyunca bunlar da birer birer hayata geçiriliyor. Yeni kurulan HES`ler, pekçok endemik bitkinin de yer aldığı Alakır Vadisi`nin çehresini değiştirdi.
Örneğin, Alakır Çayı`nda yaşayan kırmızı benekli alabalık, HES`ler nedeniyle, Vadi`nin daha yüksek kotlarında kendilerine yaşam alanı bulmaya çalışıyor. Büyük olasılıkla artık orada da yaşayamayacaklar ve tamamen yok olacaklar.
Çünkü 1200 metrelik rakımdan başlayarak 70 kilometre yol kateden ve Akdeniz`e ulaşan Alakır Çayı’nın en üst kısmına da yeni HES’ler yapılacak. Böylece Alakır Çayı, barajlara ve borulara hapsedilmiş olacak. Buradan beslenen pek çok canlı türü zaman içinde yok olacak. Hızla evrim geçirip yeni şartlara adapte olamayacaklarına göre bu kaçınılmaz...
Peki değer mi buna? Sözünü ettiğimiz HES`lerin kurulu güçlerine bakıldığında, Türkiye`nin dişinin kovuğuna bile yetmeyecek miktarlar bunlar...
O yüzden küçük ölçekli HES projelerine yönelik başvuru süreçlerinde çevre hassasiyetinin daha çok gözetilmesinde yarar var.
Hem, çevre tahribatına yol açan uygulamalar konusunda bölge insanının gözünün önünde, her gün yanından geçip gittikleri çok somut bir örnek de var. Bugünkü HES seferberliğinin yerine 1960`lı yıllarda sıtmayla mücadele ve tarım alanı açma gerekçesiyle bataklıkları ve gölleri kurutma furyası vardı.
Bu furyadan nasibini alan sulak alanlardan ikisi de, bugün konu ettiğimiz Alakır Vadisi`ne kuş uçuşu 20-30 kilometre mesafedeydi. Elmalı`daki Karagöl ve Avlan Gölü de o yıllarda kurutulmuştu.
Ancak aradan yıllar geçti ve Avlan Gölü’nün yeniden ihyası kaçınılmaz hale geldi.
Hem de Orman İşletmesi`nin, Devlet Su İşleri aleyhine açtığı bir davanın sonucunda yapıldı bu...
Avlan Gölü`nün suyunu yeraltına akıtan tünelin ağzı kapatıldı ve orada artık yılın tamamında su tutuluyor.
Hatta bu kez, Finike-Elmalı karoyulunun göl üzerindeki kısmı sular altında kaldı ve daha yüksek kotta yeni bir yol yapıldı. Tüm bunların nedeni çok basit. Bölgedeki dünyaca ünlü sedir ormanları kurumaya başlamıştı. Peki ağaçlar susuz kaldığı için miydi bu? Kesinlikle hayır...
Bakın ne olmuştu?
Avlan Gölü`nde yaşayan bir kuş türü, kaçınılmaz olarak bölgeyi terk etmişti.
Bu kuşun besin kaynağı olan bir böcek türünün yaşam alanı, sedir ağaçlarıydı. Kuşların gidişiyle artan böcek popülasyonu, sedir ağaçlarını tepelerinden köklerine doğru kurutacak noktaya varmıştı.
Çok geç olmadan, Alakır Vadisi`ni öldürecek adımlardan vazgeçilmeli... Orası ölürse geri dönüşü Avlan Gölü`ndeki kadar kolay olmayabilir.
Hatta tümüyle imkânsız olabilir.
YAZARLAR
Mehmet KARA
- Alakır Vadisi`nde geri dönülmez yol!
Önceki ve Sonraki Yazılar